(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Araştırma Komisyonu tarafından 22 Mayıs – 5 Haziran 2021 haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır)

 

İÇ POLİTİKA

Sedat Peker’in ifşaat dizisi

Sedat Peker’in Youtube kanalı üzerinden yayımlamaya devam ettiği ifşaat dizisi kamuoyunda ilgi odağı olmaya devam ediyor (30 Mayıs ve 6 Haziran tarihli vidolar 14 ve 11 milyon izleme almışlar, kanala abone sayısı ise 400 binden 1.1 milyona yükselmiş). Anketlere göre toplumun yaklaşık yarısı, Sedat Peker’in tüm iddialarını inandırıcı buluyor. Açıklamaların seyrine bakıldığında Peker’in artık AKP’de temsil edilen (Albayrak-Pelikancılar ve Soylu olarak ifade ediliyor) ve Erdoğan sonrasına talip iktidar odaklarından tümüyle koptuğu ve AKP dışı muhalefete malzeme sağladığı söylenebilir. 30 Mayıs tarihli videoda ifade ettiği ve sansasyon yaratan “Tayyip abiyle helalleşeceğiz” açıklaması bu minvalde değerlendirilebilir. Peker, Tayyip Erdoğan’la iplerini dostça koparma planını 14 Haziran tarihli Biden-Erdoğan görüşmesinin sonrasına erteleyerek içerdeki gelişmeleri takip etmek üzere zaman kazanmış olsa da, esas planının değişikliğe uğradığına dair bir işaret henüz yok. Öyle görünüyor ki iş dünyası, yargısı, siyasi partileri ve bürokrasisiyle gırtlağına kadar yolsuzluğa bulaşmış olan iktidar düzeninde beklenen kırılma, muhalefet partilerinin gücünden ziyade bir mafya liderinin hiç beklenmeyen ifşaatıyla yaşanacak. Peker videolarının sahiciliği ve drama gücü de bir veri olarak alındığında, bu kırılmanın özellikle toplumun genç kuşakları üzerinden (Peker buna 40 yaş altı diyor) tetikleneceği iddia edilebilir.

İfşaatın belli başlı unsurlarına odaklanacak olursak:

SADAT ve MİT tırları

Politik ideolojisi Türkçü-Turancı olan Peker, Suriye savaşında Bayırbucak Türkmenlerine malzeme göndermek istediğini, ancak buna SADAT öncülüğünde silah tırlarının da eklendiğini ve bu silahların El Nusra’ya gittiğini iddia etti. Böylelikle Can Dündar’ın Cumhuriyet’te yayınlanan MİT tırları haberinin de dolaylı olarak doğrulandığı söylenebilir. Peker ayrıca, savaşta oluşan siyasi boşluk ortamında Suriye’deki doğal kaynaklar üzerinden ticari faaliyet yürütüldüğünü ve bunun Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı Metin Kıratlı tarafından kontrol edildiğini (enformel lisans verildiğini) iddia etti. Sonrasında Erdoğan’ın damadı olarak nitelendirdiği Serdar Ekşioğlu’yla yaptığı telefon görüşmesi de bu iddiaları doğrular nitelikteydi. Davutoğlu, Fatih Altaylı’nın programında bu konudaki iddialara kaçamak yanıtlar verdi. AKP’li Yasin Aktay’ın “meselenin MİT tırları değil bu kişilerin bu konuya burunlarını sokmuş olmaları” olduğunu söylemesi de tüm bu iddiaları dolaylı yoldan doğruladı. Suriye’yle ticaret konusunda Fehim Taştekin’in yazısı ayrıca referans alınabilir.

Venezuela kokain bağlantısı

Peker, Kolombiya-Venezuela-Türkiye üzerinden Avrupa’daki pazarlara doğru, kokain ticaret hattı kurulduğunu iddia ediyor. Burada Venezuela-Türkiye bağlantısı kritik bir yerde duruyor. Venezuela, ABD tarafından denetlenemeyen bir alan olduğu için Kolombiya menşeili kokainin pazarlama güzergâhı Venezuela’ya kaymış. Önceki videolarda bu kokainin gemilerle Akdeniz’e getirildiği, denizde parsellere bölünüp daha küçük teknelerle Yalıkavak (Ağar ailesi burada işin içine giriyordu) ve Kıbrıs’a (Halil Falyalı) götürüldüğü ve Avrupa’ya pazarlandığı iddia edilmişti. Türkiye ekonomisinin ve sınır ötesi operasyonların finansmanında bu kara paranın oynadığı rol kesin olarak bilinmemekle birlikte, Türkiye’deki narko-ekonominin 140 milyar liraya ulaştığı (GSYİH’nin %16’sı) iddia ediliyor. Son videolarda ise bu tabloya Binali Yıldırım ve ailesi eklendi. Deniz ticaretiyle şöhret sahibi oğul Erkam Yıldırım’ın uyuşturucu bağlantısını tesis etmek üzere Venezuela’ya gittiği iddia edildi. Bu iddiaları yalanlamak için takınılan pervasız tavır (maske ve test kiti götürmek üzere gittiği, gümrük kayıtlarında bulunamayınca yanında bavuluyla götürdüğü) oluşan şüpheyi destekler nitelikteydi. İddialar yalanlansa da yalanlama şekilleri iddialar hakkındaki şüpheleri daha da artırdı.

SBK holding

Uluslararası uyuşturucu ticareti ve kara para aklama nedeniyle savcılık tarafından hakkında tahkikat yürütüldüğü dönemde Sezgin Baran Korkmaz’ın (SBK holding sahibi) Süleyman Soylu tarafından İçişleri Bakanlığı’na çağırılarak İnan Kıraç’tan olan 45 milyon dolar alacağını silmesi yönünde uyarıldığı ve Korkmaz’ın ertesi günü yurtdışına kaçtığı iddia edildi (6 Aralık 2020). Ardından Korkmaz’ın Bodrum’daki süper lüks oteline çöküldüğü (tüm mal varlığına Cumhuriyet Savcılığı tarafından el konuyor) ifade edildi. Korkmaz hakkındaki iddiaların diğer ilginç boyutu ise, Bodrum’daki Paramount Otel’in sahibiyken burada yüksek bürokrat, yargıç, medya elemanı vb. kişilerin ücretsiz ağırlandığı yönünde. Habertürk’te görev yapan ve şimdilerde anahaber programlarını sunan Veyis Ateş, daha ilginci, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Esat Toklu da bu ziyaretçiler arasında.

Esat Toklu’nun, Süleyman Soylu’nun yönettiği, adına FETÖ borsası denen kirli ilişkiler ağının kritik unsurlarından biri olduğu iddia ediliyor. Bu iddialara göre, FETÖ ile ilişkili veya ilişkilendirilebilecek kullanışlı “zenginler” hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından pasaport iptal işlemi yapılıyor; bu kişiler kendilerinden talep edilen varlık aktarımını yaparlarsa haklarındaki karar Esat Toklu tarafından kaldırılıyor. Peker bunu mafya raconuyla “kesmek” şeklinde adlandırıyor.

Diğer ifşaat ve siyasi belirsizlik

İktidar bloğundaki çatlakların daha görünür hale geldiği ve özellikle AKP içinde ciddi rahatsızlık yaşandığı görülüyor. Erdoğan, AKP içindeki rahatsızlıklara da cevap verecek şekilde Soylu’ya karşı tavır alması halinde Cumhur ittifakının tehlikede olduğunu görüyor. Cumhur ittifakının dağılması halinde ise Türkiye’yi erken bir seçim bekliyor. Siyasi parti faaliyetleri gözlendiğinde adeta yarın seçim olacakmış gibi bir hareketlilik yaşandığı söylenebilir. Beklenen seçimin Erdoğan’ın en zor seçimi olacağına ise kuşku yok. Bu tür siyasi belirsizlik ortamlarında (en yakınını 7 Haziran seçimleri ertesinde yaşamıştık) Türkiye’nin iç ve dış provokasyonlara açık hale geldiğini de unutmamak lazım. Peker ifşaatının bunlarla ilgili kısmını şöyle özetleyebiliriz:

Peker, bir değil birçok siyasetçiyi maaşa bağlamış olduğunu söyleyerek ilerde ifşaatının kapsamının genişleyebileceği uyarısında bulundu. Kutlu Adalı cinayetinde Korkut Eken’in rolü hakkındaki iddianın ardından Atilla Peker bambaşka bir gerekçeyle savcılığa çağırılarak ifade verdi ve yurtdışına çıkış yasağıyla serbest bırakıldı. Ağar ailesi, Yalıkavak Marina’daki görevlerinden istifa etmek durumunda kaldı. Peker ayrıca Alevi ve Kürt meselesi hakkında da uyarılarda bulundu. Ağar ekibi tarafından Alevilere dönük bir provokasyon hazırlığı olduğu iddiası oldukça çarpıcı -ki bu iddia, “bazı tehditler olduğu yönünde emniyetten uyarı aldıkları” şeklinde çeşitli Alevi örgütleri tarafından doğrulanıyor.

Boğaziçi Üniversitesi Gündemi

2021 takvim yılının birinci gününden beri Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan gelişmeler muhalif kamuoyu tarafından takip ediliyor. İktidarın bildik hukuksuz fütuhat girişimlerinden birine sahne olan Boğaziçi Üniversitesi’nde durulmayan sular ve bir türlü dinmeyen itiraz, üniversite sınırlarının ötesinde ilgiye mazhar oluyor ve siyasi umut yaratıyor. Hatırlanabileceği gibi, 2016-20 yılları arasında YÖK-Erdoğan inisiyatifi tarafında atanmış Boğaziçili rektör Mehmet Özkan tarafından yönetildiği dönemde üniversiteye sessizlik hakimdi. Bir varsayım o ki, 2021 başında yapılan rektör atamasının da usulen belli itirazlarla geçiştirildikten sonra bir sessizliğe dönüleceği düşünülüyordu. Fakat beklentinin aksine, öğrencilerin itirazını bastırmak için “gezi paranoyası” ve ağır polisiye önlemlerin devreye sokulması gerekti. Öğretim üyeleri ise üniversite yönetiminde işbirliğini reddederek idari mekanizmalardaki direnişlerine ve ısrarlı ilkesel uyarılarına devam ettiler. Boğaziçi Üniversitesi mezun topluluğu ise geçmişte görülmemiş derecede hareketlendi. Bütün bunlara yabana atılamayacak bir medya ve sosyal medya aktivizmi eşlik etti. Beş ayın bitiminde gelinen noktada atanmış rektörün nasıl olsa uzlaşılacağı yönündeki beklentilerinin suya düştüğüne şüphe yok. İktidarın atanmış rektörden beklentileri suya düştü mü, bunu bilemiyoruz. Fakat Melih Bulu’nun BÜ’deki süresini belirleyecek olan faktörün birincisinden ziyade ikincisi olduğunu söyleyebiliriz.

Son iki haftada yaşanan gelişmeler, Boğaziçi direnirken iktidarın da BÜ’yle ilgili tasarrufunda ısrarcı olduğunu gösteriyor. Rektör yardımcısı Naci İnci’nin rektöre vekalet ettiği bu dönemde Mühendislik Fakültesi’ne öğretim üyelerinin oylarıyla dekan olarak seçilmiş kişinin yerine rektör yardımcısı Fazıl Önder Sönmez vekil olarak görevlendirildi. Ondan boşalan Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü’ne ise Naci İnci YÖK tarafından vekil olarak atandı. Böylelikle, rektör ve rektör yardımcılarının vekalet ettiği dekanlık sayısı ikiye yükselirken enstitü müdürlüğü vekillikleri de korunmuş oldu. Üniversiteyi yönetilemez hale getiren bu uygulamanın, bir baskınla kurulan hukuk fakültesine dekan ataması, hukuk fakültesine yapılan dışarıdan görevlendirme vb. uygulamalarla birlikte değerlendirildiğinde, üniversite senatosu ve yönetim kurulunda hakimiyet sağlama amacıyla yürütüldüğü çok açık. Parti hizipçiliğinin üniversite yönetimine aktarılmış bir versiyonuyla karşı karşıyayız.

Akademik alandaki atamalara idari alandaki kritik atamalar eşlik etti. Genel sekreterliğe Osmanlı Ocakları geçmişi olan bir kişi geçici görevlendirme yönetmeliğinin 5. maddesine dayanarak görevlendirildi. Personel müdürlüğüne de yine üniversite dışından bir atama yapıldı.

Tüm bunlar yapılırken, üniversite yarı zamanlı hocalarından Feyzi Erçin’in yıllardır vermekte olduğu film müziği dersinin açılmasına, bizzat rektör yardımcısı kararıyla izin verilmedi. Bu karar, üniversite içinde yaşanan diğer pek çok hukuksuzluk ve aykırılığın yanısıra, Boğaziçili pek çok öğrencinin yasal avukatlığını da yürüten bir hocaya dönük olması ve içerdiği provokatif dil nedeniyle de önemliydi. Nitekim öğrencilerin eylemsel tepki göstermesine ve sonrasında yeniden polis müdahalesine neden oldu.

Ekoloji Gündemi

Geçtiğimiz iki haftada yaşanan olaylar yıllardır uygulanan politikalar ve küresel ısınmanın hız kazanan etkileri nedeniyle ülkemizin bir ekolojik yıkımın eşiğine geldiğini gösterdi. Ekolojik tahribatın boyutları son yıllarda ekolojik hareketin eksenini büyük ölçüde belirleyen yaşam alanı mücadelelerinin önemini de bir kez daha göstermiş oldu.

Marmara’da müsilaj patlaması

Marmara denizinde Mart ayından beri görülmeye başlayan müsilaj, geçtiğimiz iki haftada alarm veren boyutlara ulaştı. Müsilaj, evsel ve sanayii kaynaklı atıkların yeterince arıtılmadan denize boşaltılması ve tarımda kullanılan fosfat ve nitratlı gübrelerin akarsular vasıtasıyla denize ulaşması sonucunda, küresel ısınma nedeniyle deniz suyu sıcaklıklarının yükselmesiyle tetiklenen bir olgu. Uzmanlar Marmara denizinde müsilaj nedeniyle yaşamın tükenme noktasına geldiğini ifade ediyorlar. Dengenin bozulmasının daha büyük ekolojik bozulmalara (dip sularında oksijen tükenmesi, canlıların toplu ölümleri gibi) yol açabileceği öngörülüyor. Hidrobiyolog Levent Artüz konuyla ilgili söyleşisinde, yaşanan müsilaj patlamasını “cesedin çürümesi” olarak değerlendiriyor. Artüz, Marmara denizinin ölümünün 1989’den itibaren Haliç’in temizlenmesi ile başladığını, Marmara’yı çevreleyen kentlerin ve sanayi tesislerinin atık sularının yeterli arıtma yapılmadan, dip akıntısı ile Karadeniz’e ulaşacağı beklentisi ile derin deşarj yöntemiyle Marmara’ya akıtılması sonucunda tedrici bir şekilde ilerlediğini söylüyor. Artüz’ün ifade ettiği bulgulara göre komşu denizlerde ısınma dünya ortalaması olan 1 dereceye yakınken Marmara’daki sıcaklık artışı atıksı kaynaklı bulanıklık nedeniyle 2,5 dereceye ulaşmış.

AKP iktidarı döneminde hız verilen politikalar, Marmara denizi etrafındaki kentlerde betonlaşmanın ve yerleşik nüfusun hızla artmasına neden oldu. Sanayi kaynaklı kirleticilere maliyetleri düşürmek maksadıyla göz yumuldu. Evsel ve sanayi kaynaklı atık suların ileri derecede arıtılması için gerekli yatırımlardan kaçınıldı ve Marmara denizi ölüm noktasına getirildi. Uzmanlar bugün önlem alınmaya başlansa bile Marmara denizinin temizlenmesinin on yıllar alacağını ifade ediyor.

Kuraklık

Geçtiğimiz iki hafta ekoloji alanında en çok gündeme gelen bir diğer sorun ise kuraklık ve buna bağlı tarımsal yıkım idi. Su Politikaları Derneği tarafından hazırlanan rapora göre Türkiye’de “Kümülatif alansal yağışlar ülkenin çok büyük bir bölümünde normale göre ortalama yüzde 30 azaldı. Özellikle Şanlıurfa, Diyarbakır, Adıyaman, Mardin, Siirt, Batman illerinde yağışlardaki azalma mevsim normallerine göre yüzde 50’yi aştı” deniyor. Nisan ayı yağışlarında Doğu Anadolu’da yüzde 76, Güneydoğu Anadolu’da yüzde 90 azalış olduğu, Türkiye genelinde nisan yağışlarının yüzde 50 azaldığı belirtilen raporda, yağışların “normale göre yüzde 48, 2020 yılı nisan ayına göre yüzde 39 azaldığı” belirtiliyor. TUİK’in yaptığı tahminlere göre, kuraklık nedeniyle tahıl ürünleri üretim miktarlarının 2021’de, geçen yıla göre yüzde 5.5 azalarak yaklaşık 35.1 milyon ton olacağı tahmin edildi.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) açıkladığı “Mayıs 2021 Kuraklık Raporu,” 2020-2021 üretim sezonunda kuraklığın ciddi oranlarda baş gösterdiğini vurguladı ve kuraklıktan etkilenen il sayısının 41’e çıktığını açıkladı.

Özellikle Güneydoğu illerindeki ziraat odalarının temsilcileri, susuz tarımı kuraklık vurduğunu ifade ediyor. Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Şırnak, Siirt ve Batman illerinde buğday ve arpa rekoltesinde yüzde 80, mercimekte ise yüzde 60 kayıp yaşandığı belirtiliyor. Güneydoğu’da yaşanılan kuraklık nedeniyle Türkiye geneli buğday rekoltesinde yaklaşık yüzde 20’lik düşüş bekleniyor.

Bu durum Türkiye’nin gıdada dışa bağımlılığını arttırdığı gibi, özellikle tahıl ithalatında ciddi bir artışa ve cari açığın büyümesine neden olacak. Tüketici içinse gıda fiyatlarının artması zaten azalan reel gelirlerle birlikte düşünüldüğünde geçim sıkıntısının derinleşmesine neden olacak. Hükümet kuraklıktan etkilenen çiftçilere dekar başına 100 TL destek vereceğini açıkladı, ancak çiftçiler bunun yetersiz ve maliyetlerini bile karşılamaktan uzak olduğunu ifade ediyor.

Direniş

Ekonomik krizin etkisi ile giderek hızlanan doğa talanı ve kırsal alanların yağmalanarak köylülerin yaşam alanlarının yok edilmesi karşısında direnişlerin sayısı ve direnenlerin kararlılığı artarken, direnişlere karşı uygulanan devlet baskısı ve şiddetinin dozunun da giderek arttığı görülüyor. Batı’da çevre kıyımının sürdüğü illerde protestoların yasaklanıp direnenlere jandarma müdahale ederken, Kürt illerinde devlet şiddetinin dozunun arttığı ve direnişçilerin üzerine ateş açmaya kadar vardığı görülüyor. Bu dönemde ön e çıkan direniş haberlerinin bazılarını şu şekilde sayabiliriz: Van’ın Gürpınar ilçesinde yapılmak istenen mermer ocağına karşı eylem yapan köylülere jandarma ve korucular havaya ateş açarak müdahale etti. Konya’da bir grup çiftçi, mahallelerine su verilmediği için ekili arazilerindeki mahsullerin kurumaya başlamasına tepki göstererek Konya-Adana Karayolu’nu trafiğe kapattı. Denizli’nin Güzelpınar ilçesinde kurulmak istenen taş ocağında faaliyetlerin yeniden başlaması üzerine köylüler, Denizli Valiliği önünde beklemeye başladı. Eskencidere Vadisi‘nde Cengiz İnşaat’ın taş ocağı için ormanları yağmalaması sürerken günlerdir nöbet tutan köylüler, köy meydanında yaptıkları toplantıda projenin iptal edilmesine kadar eyleme devam kararı aldılar. Evciler köylülerinin taş ocağına karşı mücadele sürdürdüğü Kırklareli’de de eylem ve etkinlikler on beş gün süreyle yasaklandı. Ceylanpınar’da TİGEM’e devredilen arazilerde hayvan otlatılmasına izin verilmemesine isyan eden köylülere Jandarma saldırarak çok sayıda kişiyi gözaltına aldı.

Bu gibi direniş haberlerinin ve direnişe karşı uygulanan devlet şiddetinin dozunun da giderek artması köylüler için artık bıçağın kemiğe dayandığını ve hayatta kalmak için devlet şiddetine göğüs germe kararlılığının de arttığını gösteriyor.

Tüm bu gelişmeler, ülkede çevre tahribatının had safhaya ulaştığını ve özellikle müsilaj ve kuraklık açısından belki de kritik eşiğin aşıldığını ve geriye dönüşü olmayan bir evreye girildiğini ve bu tahribatın ülkenin geleceğini tehdit edici boyutlara geldiğini gösteriyor. Tarım, atık yönetimi, enerji ve kentleşme politikalarında değişen ekolojik koşullara uyum sağlamayı kolaylaştıracak kapsamlı önlemler alınması gerektiği ortada iken hükümet mevcut politikalarda ısrarcı olarak günü kurtarmaya bakıyor.

Diğer gündemler

AİHM’in “derhal serbest bırakılmalı” kararına karşın Selahattin Demirtaş’ın ana davası Kobane davasıyla birleştirildi. Ayrıca Demirtaş’a eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Karaman’a yönelik sözleri nedeniyle, “hakaret ve terörle mücadelede görev almış kişileri tehdit” gerekçesiyle 2 yıl 6 ay hapis cezası verildi.

Ekrem İmamoğlu hakkında da YSK üyelerine hakaret gerekçesiyle iddianame hazırlanarak 4 yıl hapis istendi.

“Çocuk yaşta evliliğe af” bir torba yasa ile tekrar gündeme getirildi. Bu düzenleme ilk olarak 2016 yılında gündeme getirilmiş ve tepkiler üzerine geri çekilmişti. Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), bu konunun sürekli gündemde tutulmasını eleştirerek, “aileyi koruma” adı altında meşrulaştırılmaya çalışılan bu girişimin asıl niyetinin yasal evlilik yaşının 12’ye kadar indirilmesinin önünü açmak, her yaştan kadınlar ve kız çocuklarının tecavüzcüleri ile evlendirilmelerini yasalaştırmak olduğunu ifade etti.

Covid-19

29 Nisan-17 Mayıs tarihleri arasındaki kapanmanın ardından getirilen yeni düzenlemelerle birlikte Sağlık Bakanlığı resmi verilerine göre vaka ve ardından ölüm sayılarında azalma görülmeye başlanmıştı. 17 Mayıs sonrası getirilen yeni pandemi düzenlemesiyle birlikte eğlence mekânları ve eğitim kurumları dışında sosyal yaşamın hemen tamamında normale dönüldü. Alınan karar en çok kültür-sanat ve eğlence sektöründe çalışan müzisyen ve sanatçılar tarafından eleştirilirken hükümet yetkilileri müzisyenlere dönük kısıtlı bir yardım paketinin açıklanacağını ifade ettiler.

Türkiye’de erken açılma baskısının özellikle turizm mevsimini yakalamak kaygısıyla alındığı biliniyor. Diğer taraftan Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye’yi seyahat kısıtlaması altında kırmızı listede tutarken Almanya, muhtemelen ülkedeki geniş Türk nüfusun seyahat ihtiyaçlarını da gözeterek Türkiye ile karşılıklı uçuşlara izin veren bir karar aldı. Rusya’da seyahat kısıtlamasını ay sonuna kadar uzattı. Bu durumda 29 Nisan-17 Mayıs tarihleri arasındaki baskılamanın turizm sektörüne ne kadar hizmet edeceği belirsizliğini koruyor.

Pandemiyle ilgili olumlu bir gelişme, Biontech-Pfizer ile yapılan anlaşmanın ardından Türkiye’ye bol miktarda mRNA aşısı getirilmesi oldu. Türkiye’ye aşı tedariki önce Çinli Sinovac, ardından Rus Sputnik üzerinden denenmişti. Aşı tedarikinin doğrudan devlet değil aracı firmalarla yapılmak istendiği, böylelikle aşı üzerinden büyük bir rant yaratılması amaçlandığı gündem konusu olmuştu. Biontech-Pfizer’in aracı firmaların varlığını reddetmeleri üzerine tedarikte sıkıntı yaşandığı ifade edilmişti. Eğer bu doğruysa Biontech-Pfizer ile yapılan son görüşmede firmanın bu yöndeki şartının kabul edildiği ve bu nedenle aşı tedarikindeki dar boğazın aşıldığı anlaşılıyor. Türkiye’nin doğrudan tedarik şartını kabul etmesiyle birlikte mRNA aşısının bol miktarda sevkiyatına başlandığı ve 50 yaş ve üzerine ilaveten çeşitli meslek gruplarının da artık aşıya erişebildikleri görülüyor. Diğer taraftan gizli aşı karşıtlığı, yeni varyantlar, aşı başarısızlığı gibi sürprizler, ayrıca hızlı ve sorumsuzca açılma gibi faktörlerle birleşerek pandemiyle mücadeleyi olumsuz etkileme potansiyeline sahip. Pandeminin sonbahar itibariyle büyük ölçüde kontrol altına alınması mümkün görünmekle birlikte, olumsuzluklara karşı da hazırlıklı olmak gerekiyor.

  • EKONOMİ

KOBİ’lere “nefes kredisi”

Kapanma kararları, kısıtlamalar nedeniyle esnafın/işletmelerin zor durumda olduğu biliniyor. Kapanma başlangıcında hiçbir destek paketi açıklamayan hükümetin gelen tepkileri yatıştırmak adına çok kısıtlı da olsa bazı destek paketlerini devreye soktuğu görülüyor. Mayıs ayının ortalarında açıklanan paket kapsamında 1.grup ve 2.grupta yer alan 1 milyondan fazla esnafa bir defaya mahsus olmak üzere 3 bin ve 5 bin TL destek ödemesi yapılacağı duyurulmuştu. Şimdi de “nefes kredisi” adı altında bir paket açıklandı. Bu paket ile yıllık cirosu 10 milyon liranın altında olan ve 2020 yılı cirosunda 2019’a göre yüzde 25 kayıp yaşayan, ticaret, deniz ticaret, sanayi, ticaret ve sanayi odaları veya ticaret borsasına kayıtlı üyelere işletme sermayesi finansman imkânı sağlanacak. 2020 yılı cirosu 1 milyon lirayı aşmayan KOBİ’ler azami 50 bin lira, cirosu 1-10 milyon lira olan KOBİ’ler ise azami 200 bin lira kredi kullanabilecek. Kapsam (tek seferlik nakit ve kredi) ve miktarlara bakıldığında bu “destek”lerin göstermelik uygulamalar olduğu ve dar gelirlilerinin sorunlarına çözümden ziyade tepkileri yatıştırmaya dönük uygulamalar olduğu çok açık.

Müzisyenlere 3.000 TL ödeme

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı “kademeli normalleşme” kararlarında 1,5 yıldır mesleklerini yapamayan müzik emekçileri için yine adım atılmadı. Birçok isim duruma tepki gösterdi. Yeni kararlarla AVM’lerin, halı sahaların, spor salonlarının açılıp kongrelere, düğünlere gidilebildiğini ama konser yapılamadığını belirten sanatçılar, aynı zamanda mekânların 21.00’de kapanacak olmasına da tepki gösterdi. Hakan Altun udunun tellerini kestiği bir videoyu sosyal medya hesabından paylaştı. Burhan Şeşen İYİP grup toplantısına katıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, gelen tepkiler sonrası müzisyenlere Haziran’da tek seferde 3 bin lira ödeme yapılacağını açıkladı. Bu, oldukça yetersiz ve göstermelik bir yardım olarak değerlendirilebilir. İktidarın zaten kültür sanata bakışı bilindiğinden bu çok da şaşırtıcı görünmüyor. Hatta iktidarın kültür sanat faaliyetlerinin baltalanması için pandemi koşullarını fırsat gördüğü de söylenebilir. Ancak muhalif belediyelerin de ciddi ve sürdürülebilir bir alternatif oluşturamadıkları görülüyor.

Erdoğan’ın ABD’li şirket yöneticileri ile görüşmesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26 Mayıs’ta önde gelen 20 Amerikan şirketinin yöneticileriyle bir video-konferans toplantısı düzenledi. Toplantıda Erdoğan’ın “Yaptığı açıklamalar ilişkilerimize ilave ek yük getirse de”, her şeye rağmen Başkanı Joe Biden ile Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir dönemin arayışında olduğu sözleri dikkat çekti. Gazeteci Murat Yetkin’in konuyla ilgili detaylı yazısında belirttiği üzere; Erdoğan’ın Amerikan şirketlerine “Siz yatırım getirin, ben kolaylık sağlarım, Biden ile olabildiğince uzlaşma yanlısı olacağım” mesajı verdiği anlaşılıyor. Zaman zaman gerçekleşen bu toplantıların sonuncusu ABD başkanı Biden ile görüşme öncesine denk gelmiş oldu. Görüşülen şirketlerin bir kısmı zaten Türkiye’de hâlihazırda ciddi yatırımları olan ve iklim krizi, tarımsal yıkımla bağlantılı kuruluşlar. Türkiye’ye teknoloji şirketlerinin de yatırım yapması bekleniyor yıllardır ancak Türkiye’nin özellikle dünyada yaygınlaşan Bulut teknolojileri nedeniyle verilerin yurtdışında saklanmasına ilişkin gerekli mevzuatla ilgili düzenlemelerde ayak dirediği ve bu nedenle de dünya teknoloji devlerinin olası yatırımlarını (özellikle 15 Temmuz kalkışması sonrasında) başka “güvenli” bölgelere kaydırdıkları biliniyor. Bu şirketlerin bölgeye ikinci bir yatırım yapmaları zor görünüyor.

Öte yandan Erdoğan’ın ABD’li şirketlere yeter ki yatırım yapın yolunuzu açalım derken, ABD’de iki yatırım fonu için Türkiye’den çekilme yönünde karar alınması dikkat çekti.

Erdoğan konuştu, dolar rekor üstüne rekor kırdı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı bir TV programında canlı yayında ” Merkez Bankası başkanımla görüştüm. Faizleri düşürmemiz şart” dedi. Dolar kuru birkaç saat içinde yüzde 4 artışla 8,81’e yükselerek TL karşısında tüm zamanların rekorunu kırdı. Erdoğan’ın içinde bulunduğumuz koşullarda bu tür bir açıklamanın döviz kurlarını doğrudan etkileyeceğini bilmemesi beklenemez. Övünülen bir tarzda sarf edilen bu sözlerin -bir dil sürçmesi veya (kurları geçici olarak yükseltmeye dönük) bilinçli bir manipülasyon değilse- önemli bir sebebinin olduğu düşünülebilir. Zaman zaman bu tür açıklamalarla “güç ve kontrolün” hala kendisinde olduğunu göstermeyi seven Erdoğan’ın asıl sebebinin, yetersiz pandemi destekleri, ekonomik durgunluk, işsizlik ve enflasyon karşısında zor duruma düşen küçük işletme ve esnafı teskin etmek olması daha makul görünüyor.

Erdoğan’ın açıklamaları üzerine, ısınan piyasaları soğutma işi göreve getiriliş amacı faiz düşürmek olarak algılanan Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’na düştü. Başkan, sanki beklentiyi dile getiren Cumhurbaşkanı değilmiş gibi “Erken gevşeme beklentisi ortadan kalkmalı” dedi.

Açıklanan enflasyon, TCMB rezervleri ve büyüme rakamları

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre nisanda yüzde 17,14 olan enflasyon, mayıs ayında yüzde 16,59’a geriledi. Üretici enflasyonu ise yüzde 38’i buldu. Üretici enflasyonunun bu kadar yüksek olması ileriki dönemde tüketici enflasyonunda da artışın işareti olarak değerlendiriliyor. Öte yandan AA Finans’ın gerçekleştirdiği ankete katılan ekonomistler, mayıs ayında Tüketici Fiyat Endeksi’nin (TÜFE) yüzde 1,39 artmasını bekliyordu. Ekonomistlerin mayıs ayı enflasyon beklentilerinin ortalamasına (yüzde 1,39) göre bir önceki ay yüzde 17,14 olan yıllık enflasyonun, yüzde 17,17’ye çıkacağı hesaplanıyordu. Enflasyon Araştırma Grubu’na (ENAG) göre ise tüketici fiyatlarındaki aylık bazdaki artış yüzde 3,94 oldu. Bu veriler TUİK açıklamalarına göre ciddi bir farka işaret ediyor.

Öte yandan Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervleri 28 Mayıs itibariyle bir haftada 49,2 milyar dolardan 48,7 milyar dolara geriledi.

TÜİK verilerine göre Türkiye’de gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) yılın ilk çeyreğinde yüzde 7 arttı. 1990 yılında yüzde 72,65 olan emeğin GSYH’den aldığı pay ise bugün yüzde 35,5’e geriledi. TÜİK’in açıkladığı verilere göre ekonomideki yüzde 7’lik büyümeye en büyük katkı, krediye dayalı tüketim harcamalarından geldi. Çalışanların aldığı pay ise yüzde 3,5 azaldı. Öte yandan OECD, Türkiye için büyüme öngörüsünü 2021 yılı için yüzde 5,9’dan yüzde 5,7’ye düşürdü. Goldman Sachs ise Türkiye ekonomisinde yılın ikinci çeyreğinden itibaren yavaşlama bekliyor.

  • DIŞ POLİTİKA / DÜNYA

PKK ile Peşmergeler arasında çatışma

Geçen dönemin son günlerinde PKK ile Peşmerge güçleri arasında yaşanan çatışma basına yansıdı. Çatışmayla birlikte Türkiye’nin işin içinde olduğu dahil pek çok iddia da gündeme getirildi. KDP, Türkiye’nin PKK yüzünden bölgede olduğunu iddia edip PKK’yi suçlarken, PKK tarafı ise KDP’yi Türkiye ile işbirliği yapmakla itham ediyor. PKK’nin Irak Kürdistan bölgesinde güçlenmesi, KDP ve Türkiye ortaklaşmasının zeminini oluşturuyor. Öte yandan Mahmur mülteci kampına yönelik saldırı ihtimaline karşı ABD tarafından bir uyarı açıklaması yapıldı. Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi ortam düşünüldüğünde, zaten iktidarın gündeminde olan bu müdahale, ABD açıklaması ile buz dolabına konulmuş gibi duruyor. Ancak şu an gelen bilgiler çok yeni ve konunun 14 Haziran 2021’de gerçekleşecek Biden-Erdoğan görüşmesi ile birlikte takip edilmesi gerekiyor.

Netanyahu hükümeti devriliyor (mu?)

“İsrail’de, 23 Mart’ta yapılan seçimlerin ardından yeni hükümeti kurma görevi Başbakan Benyamin Netanyahu’ya verilmişti”. Netanyahu’nun hükümeti kurmak için gereken desteği sağlayamaması üzerine Netanyahu’nun rakibi Yesh Atid (Gelecek Var) Partisi Lideri Yair Lapid hükümeti kurmak ile görevlendirildi. “İsrail basını, muhalefetin Başbakan Netanyahu’nun sonunu getirecek bir koalisyon anlaşmasında uzlaşmak üzere olduğunu yazdı. Anlaşma kesinleşirse, Netanyahu 12 yıl sonra koltuğunu kaybedecek”. Ancak koalisyonu oluşturan 8 partinin aşırı sağdan işgale karşı Arap partisine kadar uzanan çeşitliliği ile toplam sandalye sayısının 62 olması, güven oylaması için gereken 61 oyun alınmasının kolay olmayacağın işret ediyor. Netanyahu’nun, hakkındaki yolsuzluk iddiaları yüzünden, iktidarı kaybetmemek için her şeyi yapabileceği belirtiliyor. Aşırı sağcı vekillere seslenerek güvenoyunu engellemeye çalışıyor. Yine de güçlü sağ merkez iktidara karşı aşırı sağcısından Arap partisine kadar farklı partilerin bir araya gelmesi çarpıcı. Diğer yandan, Netenyahu iktidarı, hakkındaki yolsuzluk iddiaları, popülist politikaları ve Biden yönetimi ile yaşadığı kriz gibi konular düşünüldüğünde AKP iktidarı ile benzerlikler taşıyor. Koalisyonun kurulması halinde Netenyahu’nun yargılanma sürecinin önü açılabilir. 14 Haziran 2021’de yapılacak güven oylaması sürecini takip etmek gerekiyor.