(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Araştırma Komisyonu tarafından 8-21 Mayıs 2021 tarihleri arası haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır) 

 

İç Politika

Sedat Peker’in İfşaatları

Burada ele aldığımız iki haftalık dönemde iç politikanın en önemli gündem maddesi Sedat Peker’in ifşaatları ve bu çerçevedeki gelişmelerdi. S. Peker, 3. videosundan itibaren aşağıda değindiğimiz suçlamalarda ve ifşaatlarda bulundu.

Peker, Süleyman Soylu’nun DYP’de varlık gösterebilmesinin ‘adamlarının’ desteği sayesinde olduğunu öne sürerken Berat Albayrak’la niçin arasının bozulduğunua da açıklık getirdi. S. Soylu, B. Albayrak’ın İstanbul’un rantı üzerindeki denetimini kırmak için Peker’in desteğini istemişti.

Sedat Peker’in iddialarından biri de Soylu’nun uyarısı üzerine yurtdışına çıktığıydı.. Koruma polisi de Soylu tarafından kendisine verilmişti. Takip eden videolarda, Peker şu soruları sordu: Mübariz Mansimov’a ait olup Mehmet Ağar ve oğlu tarafından gasp edildiğini öne sürdüğü 1 milyar dolar değerindeki yat limanı 29 milyon dolara mı satın alınmıştı? Kolombiya’da İzmir’e sevk edilmek istenirken yakalanan yaklaşık beş ton kokainin teslim edileceği şirket hakkında soruşturma yapılmış mıydı? Peker, Tolga Ağar’ın tecavüz edip intiharına sebep olduğunu iddia ettiği Kazak gazeteci Yeldana Kharman’ın adli tıp raporunun savcılıkça istenmesini talep etti. Önemli başka bir iddia ise Hürriyet gazetesinin Demirören grubuna devredilmesini sağlamak için gazetenin basılmasının Peker’in adamlarınca gerçekleştirildiği idi.

 

Karşılıklı suçlamalar ve yeni ifşalar

 

“Biz olmasak mafya buraya çökecek”

Peker’in suçlamaları karşısında Mehmet Ağar, devletin istediği zaman kendisini araştırabileceği yönünde açıklama yaptı. Gerçek amacın kendilerini Yalıkavak Marina’dan uzaklaştırmak olduğunu, mafyanın marinaya çökmesini engellediklerini söyledi. Soylu’nun, Ağar’ın açıklamasına tepki göstermesi üzerine Mehmet Ağar bu kez Emniyet Teşkilatı’ndan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan özür diledi.

“İdam cezasına razıyım”

Sedat Peker’in suçlamaları karşısında asıl hedef konumundaki S. Soylu’dan da bir açıklama geldi. Soylu, Peker’e hitaben “Hayatının bir noktasında benimle temasın var ve bu ispatlanırsa aziz milletimizin gözü önünde idam dahil her türlü cezaya, aşağılanmaya razıyım” ifadesini kullandı.

Alaattin Çakıcı, Soylu’yu koruyor

Çakıcı aynı günlerde yaptığı bir başka açıklamada açıktan Süleyman Soylu’yu savundu. A. Çakıcı, özellikle Soylu’nun teröre karşı cansiperane bir mücadele yürüttüğünü vurguladı. İlginç bir yorum da yaparak devletin zamanı geldiğinde “yasadışı pisliğe bulaşmış olanları layık olduğu yere kapatıp” bağırsaklarını temizleyeceğini söyledi.

Gazeteci Hadi Özışık ifşaatı

Daha önce Sedat Peker, gazeteci Hadi Özışık ve Süleyman Özışık kardeşlerin Süleyman Soylu ile aralarında arabuluculuk yaptığını öne sürmüş, S. Soylu ise S. Peker’le hiçbir şekilde görüşmediğini iddia etmişti. Adı geçen gazeteciler de aracılık iddiasını “Söyleyen şerefsizdir” diyerek reddetmişlerdi. Bunun üzerine Sedat Peker, Hadi Özışık ile yaptığı aracılık görüşmelerinden birinin görüntülü kaydını yayımladı.

Görüntülü görüşme kaydının yayımlanması üzerine Hadi Özışık ve Süleyman Özışık kardeşlerin tv100, Habertürk ve Türkiye gazetesindeki görevlerine son verildiği iddia edildi; Hadi Özışık da süreç bitene kadar ekranlara çıkmayacağını açıkladı. Diğer yandan, İçişleri Bakanı Soylu adı geçen gazeteciler hakkında suç duyurusunda bulundu ve Özışık kardeşlere “bir mafya lideri ile bana tuzak ve tezgah kurdular” suçlamasını yöneltti.

Akla gelen önemli sorular

Bu noktada neden Tayyip Erdoğan’ın sessiz kaldığı veneden Sedat Peker’in sosyal medya yayınlarına erişim engeli getirilmediği soruları aklımıza takıldı.

İfşaatlar konusunda Erdoğan sadece dolaylı bir açıklama yaptı ve “Terör örgütleri gibi suç çeteleri de zehirli bir yılan gibidir. Onlarla aynı çuvala girerseniz daha sonra başınıza geleceklere rıza göstermiş olursunuz” dedi. Nokta dergisinin eski genel yayın yönetmeni  Cevheri Güven ise S. Peker’in açıklamalarının, Berat Albayrak-Erdoğan kanadının işine geldiğini ve post-Erdoğan döneminde Erdoğan’ın yerini almayı planlayan Süleyman Soylu’nun tasfiyesini kolaylaştırdığını öne sürdü.

Sedat Peker’in yükselişi ve dışlanması süreci

Medyada çıkan kimi haber ve yorumların, Sedat Peker’in nasıl yakın geçmişte devlet/AKP nezdinde makbul bir kişiye dönüştüğünü ve neden şimdi gözden çıkarıldığını anlamaya yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, T24’ten Tolga Şardan bir yazı dizisinde Sedat Peker’in evrimini ana hatlarıyla şöyle anlattı.

Şardan’a göre, S. Peker AKP döneminde sisteme Ergenekon’dan tahliye olduktan sonra tekrar dahil olur. Kalabalık mitingler yapmasına ve muhalifleri tehdit etmesine izin verilir. Kaldı ki 15 Temmuz sonrasında saha Peker ve benzerlerine kalmıştır. AKP’nin MHP ve Ergenekon kanadıyla ittifakını güçlendirmesi, Peker açısından bir dönüm noktası olmaya başlar. Bahçeli, Çakıcı’nın tahliye edilmesini sağlarken, 2015-16 hendek olayları M. Ağar ve 90’lardaki ekibin yeniden sahneye çıkmasına ve “terörle mücadelede” hükümete “katkılarını sunmasına” vesile olur. Bu dönemde 90’ların ekibi Mehmet Ağar, A. Çakıcı, Korkut Eken ve emekli general/ eski MHP milletvekili Engin Alan başka bir blok olarak güç kazanırlar.

Şardan’a göre bir başka mücadele de İstanbul’un rantının denetlenmesi etrafında döner. İstanbul’da Erdoğan’dan sonra söz sahibi olan isim ‘istifa edene kadar’ Berat Albayrak’tı. Ağustos 2016’da İçişleri Bakanı olan Soylu İstanbul’a yönelik atamalarında Albayrak engelini aşamaz. Albayrak atamalara müdahale eder ve Mehmet Ağar da önerilen emniyet yöneticilerine destek verir. Soylu, İstanbul’daki kara para trafiğini denetleyebilmek için Albayrak’ın gücünü kırmak üzere Sedat Peker’den destek alır.

Sedat Peker’in ipi neden çekildi?

İşin bu kısmına dair birçok yorumcunun görüşleri uyuşuyor.[i] Mübariz Mansimov, Azerbaycan ve Rusya’nın büyük petrol şirketleri SOCAR ve Lukoil’le petrol taşıma sözleşmeleri yapar. Mansimov dev bir tanker filosu kurar. Erdoğan’la da yakın temas kurar ve Türkiye’ye büyük yatırımlar yapmaya başlar. 2011’de Yalıkavak Marinayı satın alır. Massimov’un kaderi 2018’de petrol fiyatlarının düşmesiyle değişir. Söz konusu şirketlerden Lukoil Mansimov’la sözleşmesini feshederken, SOCAR Mansimov’un gemilerinin limanlarına girmesini yasaklar. Mansimov ise uluslararası tahkime gidip 2 milyar dolarlık bir dava açarak karşılık verir. Rusya ve Azerbaycan, Mansimov’dan kurtulma işini Türkiye’ye havale eder. 2020’de bir yandan Mansimov hakkında ‘FETÖ’cülük suçlamasıyla soruşturma açılırken, Mehmet Ağar da Yalıkavak Marina’nın yönetim kurulu başkanlığına gelir. Mansimov, o dönemde iktidar çevrelerinde büyük destek gören S. Peker’den M. Ağar’a karşı koruma talep eder. S. Peker, Mansimov’un Azerbaycanlı mafya lideri Nadir Salifov tarafından öldürmesini engeller. Mansimov’un etrafındaki koruma kalkanının kaldırılması görevi M. Ağar’a havale edilir. 2019-20’de M. Ağar’ın Emniyet’teki gücü ciddi şekilde artmıştır. Sedat Peker hakkında dosya hazırlanmaya başlanır ve bunu öğrenen Sedat Peker yurtdışına çıkmak zorunda kalır. Sonuçta Mansimov cezaevine atılır ve M. Ağar da Yalıkavak Marina’ya “çökmeyi” başarır.

Büyük resme bakılacak olursa

Sedat Peker’in özellikle Latin Amerika ülkelerinden kokain kaçakçılığı yapıldığı yönündeki iddiaları, yurtiçine dönük devlet-mafya ilişkisinin ve klikler arası çatışmaların ötesinde, Türkiye’nin son dönemde Suriye, Libya gibi ülkelerde gerçekleştirdiği operasyonlarda devletle bağlantılı mafya örgütlerinin rolüne ve bu operasyonların nasıl finanse edildiğine dönük bazı soruları akla getirdi.

Örneğin, Mart 2018’de medyada yer alan haberlerde bizzat Sedat Peker’in, Türkiye’nin Afrin’e düzenlediği askeri operasyon sırasında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensuplarına çelik yelek sağladığı yolunda açıklamaları yer alıyor. S. Peker açıklamasında, ÖSO’ya pick-up araçlar gönderdiğini de söylüyor. Dolayısıyla bu ülkelerdeki operasyonlarda “derin devletle” bütünleşmiş mafya örgütlerinin sundukları “hizmetin” daha fazla açıklığa kavuşturulmasının, konunun takip edilmesinin gerektiğini söyleyebiliriz.

İkinci önemli soru ise, döviz sıkıntısı içindeki devlet kurumlarının söz konusu operasyonları, Kolombiya ve Venezuela üzerinden yapıldığı öne sürülen uyuşturucu kaçakçılığı geliriyle mi finanse ettiği sorusu. Bu konuda açık kaynaklarda araştırmaya dayalı bilgiler bulunmuyor. Dolayısıyla ortaya çıkabilecek ifşaatlar ve bilgilerin bu boyutuyla da yakından takip edilmesi son derece önemli görünüyor.

Nitekim, Gazeteci Murat Yetkin çok genel ifadelerle, karşı karşıya bulunduğumuz durumun Soylu-Peker kavgasının çok ötesinde olduğuna; “uluslararası uyuşturucu ticareti, uluslararası planda kara para aklama, Kriptopara dolandırıcılığı gibi iddialar havada uçuşurken”, konunun AKP hükümeti ve sadece Türkiye’yle sınırlı kalmasının mümkün olmadığına dikkat çekiyor.

Eski MİT görevlilerinin ve Cemil Çiçek’in açıklamaları

Sedat Peker’in iddiaları konusunda son olarak, eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in, eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür’ün ve çeşitli hükümetlerde içişleri bakanlığı yapmış Cemil Çiçek’in açıklamalarındaki ortak noktalara dikkat çekebiliriz. İki eski MİT görevlisi yaşananları Susurluk olayıyla karşılaştırdı ve o dönemde hiç olmazsa devlette, devletle iç içe geçen suç yapılarını soruşturmak için bir iradenin ortaya çıktığına vurgu yaptı. Şimdiyse durumun çok daha vahim olduğunu, çünkü başta hukuk mekanizması olmak üzere devletin temel kurumlarının çöküş içinde olduğunu dile getirdiler. Cevat Öneş “Otoriterleşen bir yönetim biçiminin bu tip organizasyonlardan yardım alma, toplumu baskı altına alma şeklinde bazı menfaatler umduğu gibi şüpheler karşımıza çıkıyor” tespitinde bulundu.

Mehmet Eymür “Bugünkü tablo çok daha vahim. O zaman hiç değilse işleyen bir yapı vardı” dedikten sonra “Bu gidişin sonu siyasi cinayetlerdir” uyarısında bulundu.

Hükümetlerin vazgeçilmez içişleri bakanı Cemil Çiçek ise “Binde biri bile doğruysa felaket ve sıkıntıdır. Binde birken önünü alamazsanız, bu yüzde bir, sonra onda bir olur, sonra bir bakarsınız ki bütün vücudu kaplamış” ifadesini kullandı.

Covid-19 Gündemi

Bir önceki dönemde başlayan kapanma, bu dönemin ilk haftasında da sürdü. Kapanmanın başladığı 29 Nisan 2021’den önce 40.444 olan vaka sayısı, kapanmann bittiği 17 Mayıs 2015’te 10.174’e, ölüm sayısı ise 341’den 223’e geriledi. Ancak uzmanlar sayılardaki bu ciddi düşüşün yanıltıcı olduğu, kapsamlı önlemlerin devam etmesi gerekliliği konusunda uyarılarda bulundular.

Aşılamadaki gecikmeler, yerli üretim ve bir türlü getirilemeyen aşılara ilişkin tartışmalar bu dönemde de devam etti. Yetersiz aşı arzından dolayı aşılamada öncelik tartışmalarının gündemden düşmediği bir ortamda, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yayınladığı ve turizm çalışanlarına verilecek önceliğe vurgu yapan video yoğun eleştiri aldı. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Turistin görebileceği herkesi Mayıs sonuna kadar aşılayacağız” sözleri tepki çekmişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hazırladığı bu videoda hizmet sektörü çalışanları, turistleri mutlu etmek için yüzlerinde “Aşılandım; tadını çıkar” yazılı maskelerle temsil ediliyordu. Türkiye’nin aşı tedariki ve aşılama krizi yaşadığı bir ortamda yayımlanan sömürgeci zihniyeti çağrıştıran bu video gelen tepkilerin ardından ertesi gün yayından kaldırıldı.

Sinovac ve Sputnik aşılarının gelişi konusundaki belirsizlik sürerken, Biontech ile toplamda 120 milyon doz aşıyı kapsayan anlaşma imzalandı. Anlaşmayı duyuran Sağlık Bakanı, yaşanılan güven kaybını telafi etmek istercesine, anlaşmanın kapsamını Biontech CEO’su Uğur Şahin’e teyid ettirdi. Yapılan açıklamalardan, Sağlık Bakanlığı ile Biontech arasındaki görüşmelerin uzun süredir devam ettiği anlaşılıyor. Sürecin bu kadar uzamasında Biontech’in aracı şirket yerine doğrudan devlet ile anlaşma imzalamakta ısrarcı olduğu yönünde iddialar da meclis gündemine geldi.

Türkiye pandemi sürecinde kısıtlamalardan etkilenen sektörlere en az destek veren ülkelerden birisiyken, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bayramlaşma mesajında bu kesimlerden helallik istemesi yeni tartışmalara yol açtı. Tam kapanmadan “kademeli normalleşme” sürecine geçerken iktidar destek paketini açıkladı. Paket beklentileri karşılamaktan uzak olsa da öncesinde esnaflara dönük yapılan sokağa çıkma çağrılarını zayıflattı.

Cumhur İttifakı, Millet İttifakı El Ele, Hep Beraber HSK’ye

Meclis’in seçeceği Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) 7 üyesi için Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı partileri arasında uzlaşma sağlandı ve 7 üyenin 4’ü AK Parti ve MHP gruplarının önerdiği isimler arasından, 3’ü ise Millet İttifakı’nın önerdiği isimlerden seçildi. CHP’ye göre seçime katılan üye adaylarının bir bölümünün açık siyasi bağlantıları vardı. Eski Savcı ve önceki dönem CHP milletvekili İlhan Cihaner “Yargının siyasete bağımlılığı kurumsallaştırılmış oldu” derken, Av. Turgut Kazan, Millet İttifakı’na “HSK’nin bütün yaptıklarına meşruiyet kazandırmış olmayacak mısınız?” diye sordu.

Üyelerin belirlendiği seçime HDP tepki göstererek katılmazken, Cumhur İttifakı’nın Millet İttifakı’yla uzlaşmasının sebebi ise HSK’ye üye seçim sistemi gereği buna mecbur olmasıydı. Millet İttifakı’nın HDP’ye ihtiyacının olmadığı anda Cumhur İttifakı ile iktidar paylaşımı için rahatlıkla bir araya geldiği görüldü. Oysaki Millet İttifakı partileri de seçime katılmayabilir ve üye seçimi tamamen kura sonuçlarına bırakılabilirdi. Maalesef bunun yerine iktidarın yargı vesayetine meşruiyet kazandırma tercih edildi.

Cumhuriyet Gazetesi Can Dündar’ı Hedef Gösterdi

Süleyman Soylu, Sedat Peker’in ithamları karşısında siyaseten oldukça sıkıştığı bir ortamda TRT’de canlı yayına katıldı ve eski tarihli bazı Cumhuriyet gazetesi örneklerini paylaştı. Bu örnekler Can Dündar’ın genel yayın yönetmeni olduğu dönemlere aitti ve gerek Can Dündar gerekse gazetenin önemli yazarları o dönem Cumhurbaşkanı’nın hedef göstermesi ile tutuklanmış ve bir yıla yakın bir süre tutuklu yargılanmışlardı. Yargılanan yönetici ve gazetecilerin tamamı ve Çiğdem Toker gibi bazı isimler o dönem gazeteden istifa ederek ayrılırken, Cumhuriyet davasında gazetecilerin aleyhine tanıklık yapan Alev Coşkun mahkeme kararı ile gazete yönetimini devralmıştı. Tüm bu süreçte bazı Cumhuriyet çalışanı gazeteciler ise olan biteni izlemeyi veya yeni yönetimden yana tavır almayı tercih etmişlerdi.

TRT’deki program sonrasında, Cumhuriyet gazetesi şu utanç verici açıklamayı yayınladı: “Soylu, TRT Haber’deki programda Cumhuriyet gazetesini suçlarken verdiği örneklerin çoğunluğu, Can Dündar’ın başında bulunduğu İkinci Cumhuriyetçi bir ekibin Cumhuriyet gazetesini yönettiği döneme denk gelmektedir. Oysa bugün Cumhuriyet gazetesi, bu ekibin yayın çizgisi ve tutumlarına karşı Cumhuriyet okur ve emekçileri ile birlikte dört yıl yürüttüğü hukuksal mücadele ve Yargıtay’ın da onadığı bir mahkeme kararı sonucu yönetime gelen Cumhuriyetçi kadro tarafından yayımlanmaktadır.”

Can Dündar, “Bütün sorumluluk benim, ve bunu gururla söylüyorum. Kimseyi suçlayıp ihbarcılık yapmadan… Soylu’nun gözüne girmeye çalışmadan; utanmadan…” ifadelerini kullanırken, Murat Sabuncu “Soylu Cumhuriyet” ifadesini kullanarak tepkisini gösterdi. Geniş kesimlerce tepkiyle karşılanan açıklama sonrasında Özge Mumcu Aybars ve Erinç Yeldan gazetedeki yazılarına son verdi.

Toplumsal Cinsiyet

İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili gelişmeler

Danıştay, Cumhurbaşkanlığı’ndan İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesine dair gerekçeleri sordu. Cumhurbaşkanlığı’nın göndereceği savunmanın ardından Danıştay 10. Dairesi önce yürütmeyi durdurma, ardından ise iptal talebini karara bağlayacak.

İstanbul Sözleşmesi’nin 10. yıldönümünde kadınlar ve kadın örgütleri “vazgeçmeyecekleri” mesajı verdiler. İstanbul Sözleşmesi’nin 10. yıldönümünde, sosyal medyada fesih kararına tepki göstermeyi sürdüren kadın hakları, LGBTİ+ hakları örgütleri, bazı siyasi partiler ve kuruluşlar, avukatlar, gazeteciler ve öğrenciler, sözleşmeden “vazgeçmeyecekleri” mesajını paylaştılar.

16 Avrupa ülkesinin bakanları Türkiye’den İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını gözden geçirmesini talep etti. İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının 10’uncu yıldönümünde 16 Avrupa ülkesinden 31 bakanın yayınladığı açıklamada, “Türkiye ve diğer ülkelerdeki kadın ve kız çocuklarla dayanışma içindeyiz. Türkiye’den kararını yeniden gözden geçirmesini istiyoruz” denildi.

Çevre gündemi

İkizdere Vadisi

İkizdere’deki İşkencedere Vadisi’ne yapılmak istenen taş ocağına karşı köylülerin verdiği mücadele devam ederken, şirket çalışma yapılan alanın girişini demir kapıyla kapattı. Köylülerin alana girmesini önlemek için demir kapı konmasının ardından jandarma köylülerin tapulu arazilerindeki direniş çadırlarını toplattı. İkizdere Dernekler Federasyonu (İDEF) Başkanı Ziya Yıldırım, yapılanların hukukla alakalı olmadığını söyledi. Bu arada, İkizdere’nin MHP’li Belediye Başkanı’nın “Cumhur ittifakına zarar veremem” açıklaması dikkat çekti. Rize Valiliği ise İşkencedere Vadisi’nde taş ocağına karşı protestoları engellemek üzere on beş gün süreyle İkizdere ilçesinde her türlü eylem ve etkinliği yasakladı.

 

Marmara Denizi’nde müsilaj (deniz salyası) tehlikesi

Marmara Denizi’nin ekosistemini tahrip eden müsilaj (deniz salyası) deniz canlılığını da turizmi de tehdit ediyor. Yapılan açıklamalara göre, müsilaj mikroalglerin bazı türlerinin aşırı çoğalması ve salgı üretmesiyle oluşuyor; kalın yapışkan tabakası ve kötü kokusuyla denizde yaşayan canlı türlerinin hayatını tehlikeye atıyor. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Kahraman, musilaja denize bırakılan kirleticilerin ve ilkim değişikliğine bağlı olarak Marmara Denizi’nin fazla ısınmasının neden olduğunu açıkladı. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) ise  “müsilajın deniz suyuna giren ışığı azalttığını” açıkladı. Açıklamaya göre, fotosentezin engellenmesi, dip canlılarının ölmesi anlamına geliyor ve biyoçeşitliliği tehdit ediyor.

İnsan hakları İhlalleri

Hapishanelerde “karantina tedbirleri, insan hakları ihlali olarak uygulandı”

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Ümit Biçer, hapishanelerde “Karantina tedbirleri, insan hakları ihlali olarak uygulandı” dedi. Bu nedenle hapishanelerde bulunan 283 bin 516 tutuklu ve hükümlü, Ramazan Bayramı’nda yakınları ile açık veya kapalı görüşe çıkamadılar.

İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) işkence iddiası

İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde günlerdir sığınmacıların havalandırmaya çıkma talepleri reddediliyor. Sığınmacıların, bir görevlinin bayram öncesinde Kuran okuma taleplerine küfürle karşılık verildiği, bunun üzerine yapılan protestolar sırasında çok sayıda sığınmacının darp edildiği öne sürüldü.

Erbil’den Mersin’e gelen Kürt aileye ırkçı saldırı yapıldı

Erbil’den (Hewlêr) Mersin’e gelen Kürt aile, ırkçı bir grubun taşlı ve coplu saldırısına uğradı. Olaya müdahale eden bir görgü tanığı, “Adama ve 12-13 yaşlarındaki erkek çocuğuna taşlarla saldırdılar ve taşlarla kafalarına vurdular. Adam bariyerlere doğru savrularak bayıldı. Adamı uçurumdan atmaya çalıştılar” açıklamasında bulundu. “Saldırganlar Bozkurt işareti yapıp Kürtlere küfür edince, ırkçı bir saldırı olduğunu anladım” dedi.

Şenyaşar ailesi darp edilerek gözaltına alındı

Şenyaşar ailesi maruz kaldığı katliama karşı 73 gündür Urfa Adliyesi önünde adalet arayışını sürdürüyor. Aile, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e “Adaleti sağlayamıyorsan istifa et!” çağrısında bulundu. Bu çağrının ardından aile darp edilerek gözaltına alındı. Şenyaşar ailesinin “Kamu görevlisine hakaret” iddiasıyla gözaltına alındığı belirtildi.

Hakkari’de askerler iki sivili vurdu ve yaralılara yardım edilmedi

Hakkari’nin Derecik ilçesinde kaybolan hayvanlarını arayan çoban Şahap Şendol ile geçen yıl ağabeyi askerler tarafından vurulan kolber Celil Ekinci, askerlerin açtığı ateş sonucu yaralandı. Ağabey Ekinci, uyarı yapılmadan ateş açıldığını ve yaralıların saatlerce yardım beklemesine karşın askerlerin herhangi bir müdahale bulunmadığını kaydetti.

 

Dış Politika

İsrail-Filistin Sorunu

Geçen dönemin dış politika alanındaki en önemli gelişmesi hiç kuşkusuz İsrail-Filistin arasında yaşanan çatışmalardı. Aslında olgulara ve güç dengesine bakıldığında, durumu iki tarafın çatışması olarak tanımlamak hakkaniyetli bir yaklaşım olmayacaktır.

Tansiyonun bir anda artmasının görünen sebepleri Kudüs Günü etkinlikleri,  Ramazan ve özellikle Şeyh Cerrah’ta yaşanan işgaller gibi duruyor. Diğer yandan, Netanyahu’nun iç siyasette yaşadığı sıkışmışlık ve hakkında devam eden yolsuzluk soruşturması da gösterilen aşırı şiddetin sebebi olabilir. Olayların fitili, Ramazan boyunca Filistinli Müslümanların iftarlarını açmak için gittikleri Şam Kapısı’ndaki kalabalıklara, İsrail güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanarak müdahale etmesiyle ateşlendi ve Mescid-i Aksa’daki Cuma namazında yaşananlarla alevlendi. Ardından Gazze’den Batı Kudüs ve Beyt Şems’e Hamas tarafından roket saldırıları düzenlendi. Hamas’ın roket saldırılarına İsrail misilleme yapmakta gecikmedi. İsrail’in düzenlediği hava saldırılarında içlerinde çok sayıda çocuğun da bulunduğu pek çok sivil hayatını kaybetti. Hamas’ın Tel Aviv’i hedef alan roket saldırıları sonrasında, İsrail Gazze’ye kara harekatı başlattı. İsrail saldırılarında sivillerin yaşadığı çok katlı apartmanların hedef alınması uluslararası insan hakları örgütlerinin tepkisine neden oldu. “Sivillerin yaşadığı yerlerin kasıtlı olarak hedef alınması, mülklerine kapsamlı ve gayrimeşru şekilde zarar verilmesi savaş suçudur” açıklaması yapıldı.

Yaşanan insanlık dramı karşısında dünyanın pek çok yerinde İsrail işgaline karşı gösteriler yapıldı. İsrail’de binlerce insan barış için yollara döküldü. Filistinliler genel greve gitti. İtalya’da liman işçileri İsrail’e giden silahları yüklemeyi reddettiler. New York ve Londra’da kitlesel gösteriler yapıldı. ABD’deki demokratik sosyalistlerin çıkışları oldukça etkili oldu. Sanders, “İsrail’e her yıl yaklaşık 4 milyar dolar yardım gönderdiğimiz Ortadoğu’da artık Benyamin Netanyahu’nun sağcı hükümetini, demokratik olmayan ırkçı davranışlarını savunamayız” dedi. Senato’ya, “12 masum İsraillinin hayatını kaybetmesi gerçekten bir trajedidir. Peki ya 64’ü çocuk, 38’i kadın 227 Filistinlinin hayatını kaybetmesi trajedi değil mi?” sorusunu yöneltti. Ardından İsrail’e silah satışının iptal edilmesi için Senato’ya başvuracağını açıkladı.

Ancak, devletler nezdinde baktığımızda kararlı bir tavır göremiyoruz. Örneğin, İtalya’da işçilerin yüklemeyi reddettiği silahlar, başka işçilerin yüklemeyi yapmasıyla gönderildi. Almanya “İsrail’in meşru müdafaa hakkına” vurgu yaptı ve “Almanya’da protestocuların Yahudi karşıtı sloganlar attığı ve İsrail bayraklarını yaktığı anti-semitist protestolara göz yummayacağını” belirtti. ABD, İsrail’in kendini savunma hakkına vurgu yaptı ve BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’e Gazze’ye askeri saldırısını durdurması çağrısında bulunan bir bildiri yayınlama çabalarını engelledi. Benzer şekilde Macron da Hamas’ın roket saldırılarını kınadı ve İsrail’in meşru müdafaa hakkına sahip olduğunu belirtti.

Türkiye açısından bakıldığında, iktidarın kendisi için daha aktif bir pozisyon biçtiği söylenebilir. Ancak söylemdeki daha çok iç politikaya yönelik hamaset eyleme geçirilemeyince, Mescid-i Aksa’daki gösterilerde atılan, Erdoğan’a karşı eleştiri içeren sloganın bile devletin resmi haber ajansı tarafından sanki destek çağrısı gibi sunulduğu trajikomik durumlar ortaya çıktı. Ayrıca kullanılan dil, hem Amerika hem de Almanya tarafından sert bir şekilde eleştirildi. Türkiye’nin kendisi için düşündüğü pozisyon ise Yunanistan ve Mısır tarafından yerine getirildi. Bu süreçte, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias arabuluculuk yapmak üzere İsrail, Filistin ve Ürdün’ü kapsayan ziyaretlerine başladı.  Mısır arabuluculuk faaliyetlerine ek olarak Gazze’nin yeniden inşasında kullanılmak üzere 500 milyon dolarlık bir fon ayırdığını duyurdu. Nitekim İsrail ile Hamas arasında ateşkes ilan edilmesinde Biden’ın Netanyahu ile görüşmesi kadar Mısır’ın girişimlerinin de etkisi göz ardı edilemez.

Burada, vurgulanması ve izlenmesi gereken birkaç konuya dikkat çekmek istiyoruz. İlki, yaşananlar karşısında Hizbullah’ın neredeyse sessiz kalması. Bu tavırda, Lübnan’da yaşanan derin ekonomik kriz kadar İran ile yürütülen nükleer anlaşma görüşmelerinin da etkisi olabilir. İkincisi, Hamas’ın bir yandan askeri caydırıcılığı olmayan çatışmalarla halkını hedef haline getirirken, diğer yandan da İsrail’de sivil hedeflere yönelerek potansiyel savaş suçları işlemesi. Son olarak, Filistinli örgütlerin krizi ve dört Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirme çabaları ortadayken, İsrail’le mücadelede gerçek inisiyatif sahibinin Filistin halkının kendisi olduğu görülüyor.

ABD’de Trumpizm Güçleniyor mu?

Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçiler, eski Başkan Donald Trump’a karşı aldığı tavır ile dikkat çeken, özellikle 3 Kasım seçimlerine hile karıştığı iddialarını her fırsatta eleştiren, partinin üç numaralı ismi Liz Cheney’yi parti merkez karar kurulu liderliğinden ihraç etti. İhraç ile Trumpist kadrolar parti içinde daha da güçlendiklerini göstermiş oldular. Bu kadroların ve atacağı adımların yakından takip edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

 [i] Bu konuda ayrıca bkz: Barış Soydan, Efsaneyle gerçek arasında Mübariz Mansimov: Bir oligarkın yükselişi ve düşüşü