Bu değerlendirme 27 Eylül-10 Ekim tarihli haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır.

İÇ POLİTİKA

Siyasi Baskılar Artarak Devam Ediyor

Seçimleri AKP’nin kazanmasıyla birlikte siyasi baskıların da artabileceği öngörüleri dile getiriliyordu. Yaşanan gelişmeler bu öngörüleri doğrular nitelikte. Devletin çizdiği propaganda hattı dışında ortaya konacak en ufak bir söylemin dahi müsamaha ile karşılanmayacağı açıkça görülüyor. Merdan Yanardağ’ın sudan bir bahaneyle tutuklanması ardından bu kez de Ayşenur Arslan’a yapılanlara şahit olduk. Merdan Yanardağ 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılarak tahliye edildi. Ayşenur Arslan, uzun yıllardır Halk TV’de yapmış olduğu “Medya Mahallesi” programında, 1 Ekim’de İçişleri Bakanlığı’na yapılan saldırı ile ilgili bazı soruları gündeme getirdi. Eylemin gerçekleşme biçimi ve eylemi gerçekleştirenlerin Ankara’nın en iyi korunan bölgesine gelebilmeleriyle ilgili ciddi sorular olduğunu belirtti. Programın ardından sosyal medyada alışkın olduğumuz bir linç kampanyası başlatıldı ve ardından soruşturma açıldığı ilan edildi. Bunun üzerine Halk TV, “Medya Mahallesi” programını yayından kaldırdığını duyurarak Ayşenur Arslan’ı açıkça işten attı. Arslan göz altına alınıp ifade verdikten sonra serbest bırakıldı. Bu gelişmelere baktığımızda, devletin kurduğu gerçeklik dışında bir şeyi dile getirmenin hatta soru bile sormanın zorlaştığı bir sürece girdiğimiz söylenebilir.

Benzer bir durum “Antalya Altın Portakal Film Festivali” film seçimlerinde de karşımıza çıktı. KHK ile işten atılan iki insanın hayatını anlatan belgesel önce yarışmadan çıkarıldı. Yarışmanın jürisi ve sinemacılardan gelen tepki üzerine film yeniden seçkiye dahil edildi. Ancak Kültür Bakanlığı ve sponsorlar yarışmadan çekilince Antalya Belediyesi festivali iptal ettiğini duyurdu. Devletin yoğun baskısı ve tehditleriyle bu kararın alındığı ortaya çıktı. CHP’li bir belediyenin bu baskılara direnememesi bir yana, en ufak bir muhalif söyleme dahi izin verilmeyeceği bir kez daha gösterilmiş oldu.[1]

1 Ekim’de gerçekleşen ve PKK tarafından üstlenilen İçişleri Bakanlığı’na yönelik saldırı sonrası, Rojava’ya yapılan saldırılarla birlikte, içeride de HDP, HDK ve Yeşil Sol Partili siyasetçilere yönelik büyük bir tutuklama furyası başlatıldı. Uzun zamandır peyderpey yapılan tutuklamalar, bu kez yüzlerce siyasetçinin tutuklandığı bir sürece evirildi. 1 Ekim saldırısıyla PKK, savaşı Türkiye’nin içlerine kadar yayabilecek bir kapasiteye sahip olduğu mesajını verirken, Devlet bu mesajı gördüğünü ve sivil siyasete en ufak bir alan bile açmayacağını, savaşı daha da derinleştireceğini net bir şekilde ortaya koymuş oldu. Türkiye’de ve hatta dünyada güçlü bir barış hareketinin olmayışı da dikkate alındığında; sivil siyasetin ve barışın tümüyle rafa kaldırıldığı, savaşın yüceltildiği bir döneme girmiş bulunuyoruz. İsrail’in Filistin halkına karşı başlattığı savaşın da bize gösterdiği gibi, barışın ve sivil siyasetin yok edildiği bir ortamda, halkların kör bir şiddetin mağdurları haline gelmesi kaçınılmaz oluyor. Türkiye’nin Kürt meselesine yaklaşımı ve sivil siyaseti ortadan kaldırma girişimleri göz önüne alındığında, benzer bir dinamiğin Türkiye için de işlediğini söylemek yanlış olmaz.

Son iki haftada yaşananlar bunlarla da sınırlı kalmadı. Uzun zamandır Yargıtay’da bekleyen Gezi Davası kararı nihayet çıkarıldı. Yargıtay beş kişinin cezasını onarken, diğerlerinin kararını bozdu. Böylece, Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater Utku ve Mine Özerden’e verilen cezalar onanmış oldu. Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olurken, diğer isimler on sekiz yıl hapis cezasına çarptırılmış oldular. Adalet Bakanı, bu gelişmenin ardından, hiç vakit kaybetmeden Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüleceğini ilan etti.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye, en ufak muhalif söylemlerin bile dile getirilemeyeceği bir ortama sürüklenmiş durumda. Hukuktan, haklardan ve barıştan söz etmenin imkânsız hale geldiği bir döneme girmiş bulunuyoruz. Kendisine muhalif diyen Halk TV ve Sözcü TV de dahil tüm medya organları, sınır ötesine yapılan saldırıları emekli askerleri davet ederek, savaşperver bir şevkle anlatma yarışındalar. “Siz daha iyi bilirsiniz Paşam” referansıyla haritaların önüne davet edilen Paşalar, ellerinde sopalar, bilmiş ve mağrur edalarıyla hepimize savaşın nasıl yapılacağı dersini vermekte. Ana akım medyanın, yandaş ya da “muhalif” organlarının hiçbirinde barışa dair tek söz duymak mümkün değil. Bu ortamın doğuracağı tek şey, kör bir şiddet sarmalıdır. Bu durumu 90’lı yıllarda yaşadık ve gördük. Maalesef yeniden benzer bir sürecin içine doğru itilmekteyiz.

Siyasi Partiler ve Gelişmeler

Can Atalay’ın cezasının onanması üzerine TİP’in Hatay’dan başlattığı yürüyüş önemli bir çıkış olarak görüldü. Ancak yürüyüş başladıktan kısa bir süre sonra Hamas’ın İsrail’e saldırması sonucu İsrail’in başlattığı saldırılar, eyleme olan ilgiyi büyük oranda azalttı. Ana akım medyadan bu eylemi takip etmek imkânsız hale geldi ve eylemin etkisi büyük oranda kırıldı. Buna rağmen yürüyüş eyleminin devam ettiğini ve takip etmeye değer olduğunu belirtmek gerekiyor.

CHP’de seçim sonrası yaşanan değişim tartışmaları devam ediyor. Kasım ayında yapılacağı söylenen kongreden önce il kongreleri yapılıyor. Bu kongrelerde oluşacak delege yapısının büyük kongreyi önemli ölçüde etkileyeceği ve genel başkanın seçilmesinde de belirleyici olacağı konuşuluyor. Son olarak yapılan İstanbul il kongresinde, Ekrem İmamoğlu tarafından da desteklendiği bilinen Özgür Çelik’in il başkanı seçilmesi, büyük kongre öncesi “değişimcilerin” öne geçtiği şeklinde yorumlandı. Ancak CHP’nin delege yapısı nedeniyle Kemal Kılıçdaroğlu’nun önde olduğu ve kazanma şansının yüksek olduğu görüşleri de özellikle CHP’yi takip eden gazeteciler tarafından dile getiriliyor.

Seçimden hemen sonra yeni Anayasa yapılması gerektiğini belirten Recep Tayyip Erdoğan, Meclisin açılışında da bu isteğini tekrarladı. Yapılan yorumlarda, bu değişiklikle amaçlananın, Erdoğan’ın bir sonraki seçimde yeniden aday olmasının önünün açılması olduğu vurgulanıyor. Bununla birlikte, aileyi koruma söylemi altında hem LGBTİ+’lara hem de kadınların medeni kanunla elde etmiş oldukları hakların bir kısmının ortadan kaldırılmasına dönük maddelerin de olabileceği konuşuluyor. AKP ve MHP’nin oy sayıları böyle bir anayasayı meclisten geçirmek için yeterli olmasa da Cumhuriyet tarihinin en sağcı ve İslamcı meclislerinden biriyle karşı karşıya olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. Mecliste bulunan İYİ Parti, Deva, Gelecek ve Saadet Partisi’nin böyle bir anayasaya evet oyu verebilecekleri ihtimali azımsanmamalı. Örneğin İYİ Parti şimdiden, anayasaya destek için şartlarını açıkladı bile. Yine Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu “Aileyi korumak için ne yapacaksanız yanınızdayız” açıklamasını yaptı. Son olarak Filistin’de yaşanan gelişmeler üzerine Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve HÜDAPAR’ın ortak bir miting yapacaklarını açıklamaları, bu partilerin bir araya gelme ihtimallerinin zayıf olmadığını da gösteriyor.

Çetelere Karşı Operasyon   

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “31 ilde eş zamanlı Kafes Operasyonu kapsamında 15 organize suç örgütü ile bunlara silah temin eden 24 suç örgütü çökertildi. 307 şüpheli yakalandı.” açıklamasını yaptı. Yeni İçişleri Bakanı’nın özellikle Süleyman Soylu’ya yakın olduğu iddia edilen grupların üstüne gittiği şeklinde yorumlar yapılıyor. Operasyonların tüm suç örgütlerine karşı yapılıp yapılmadığı konusunda ise şüpheler sürüyor.

10 Ekim Gar Katliamının Yıldönümü

10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da IŞİD tarafından düzenlenen saldırı sonrası yaşamını yitiren 104 insan, katliamın sekizinci yılında anıldı. Olayın hala aydınlanmadığını belirten avukatlar konuyla ilgili sekiz soruyu gündeme getirdiler. Özellikle Katliama dair mülkiye müfettişlerince düzenlenen raporun bazı bölümlerinin hala gizlendiğini belirten avukatlar, “raporda gizlenen hangi gerçekler var” sorusunu soruyor. Katliamdan on gün önce bomba malzemesi alırken ihbar edilen faillerin neden tutuklanmadığı, katliamdan önce adım adım izlenen faillerin sınırdan nasıl geçebildikleri gibi sorular da hala yanıtlanmayı bekliyor.

EKONOMİ

Ekonomi alanında bu dönemin önemli gelişmeleri Eylül ayının enflasyon verilerinin ve Ağustos ayı dış ticaret verilerinin açıklanması, uluslararası finans kuruluşlarının Türkiye’ye ilişkin açıklama ve kararları ve Mehmet Şimşek’in Londra’ya yatırımcılara dönük ziyareti oldu.

Eylül ayı TÜİK /ENAG enflasyon rakamları ve Ağustos ayı dış ticaret verileri açıklandı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Eylül ayı enflasyon verilerini açıkladı. TÜİK verilerine göre, enflasyon Eylül’de yüzde 4,75 artarken, yıllık bazda yüzde 61,53 oldu. Böylece yıllık enflasyon 9 ayın en yüksek seviyesine ulaştı. Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) verilerine göre, 12 aylık enflasyon yüzde 130,13 oldu. ENAG, Eylül 2023’e ilişkin tüketici enflasyonunu yüzde 6.24 ile TUİK’in 1,5 puan üzerinde hesapladı. Öte yandan Türk-İş’in yayımladığı verilere göre Ankara’da gıda enflasyonu Eylül’de yüzde 9.31 arttı, açlık sınırı 13 bin 334 TL’ye yükseldi. Enflasyonda kısa vadede ciddi bir düşüşün gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor. Önümüzdeki aylarda da artışın süreceği öngörülebilir. Bu gidişle Orta Vadeli Program’da belirtilen 2023 sonu enflasyon hedefi olan %65’in aşılacağı görülüyor.

Öte yandan TÜİK, ağustos ayı dış ticaret istatistiklerini açıkladı. Buna göre ihracat bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 1,6 artarak 21 milyar 615 milyon dolar, ithalat yüzde 6,9 azalarak 30 milyar 271 milyon dolar olarak gerçekleşti. Böylece 12 aylık dış ticaret açığı 109,5 milyar dolara ulaştı. Aynı dönemde Eylül 2023 dış ticaret verileri de açıklandı. Türkiye’nin ihracatı Eylül ayında yıllık yüzde 0,3 artışla 22 milyar 670 milyon dolar olurken; ithalat ise yıllık bazda yüzde 14,1 azalışla 27,6 milyar dolara geriledi. Dış ticaret hacmi, yüzde 0,6 oranında artarak 462 milyar 219 milyon dolar olarak gerçekleşti. İthalattaki göreceli düşüşün olumlu olduğu değerlendirilebilir. Ancak döviz kurundaki kısmi yükselişe rağmen dış ticaret açığının hala önemli boyutlarda olması dikkat çekiyor. İstenen doğrultuda gelişme sağlanabilmesi için döviz kurunun daha da artması gerektiği anlaşılıyor.

Uluslararası kuruluşların beklenti açıklamaları, raporları, kredi notu açıklamaları

Uluslararası finans kuruluşları Türkiye’ye ilişkin açıklama ve raporlar yayımlamaya devam ediyor. Bunlardan yola çıkarak, Batı’nın bir yandan Türkiye’den vazgeçmediğini, uzun vadede desteklediğini ama kısa vadede de temkinli yaklaştığını ve Türkiye’yi “iyi yoldasınız ama daha fazlası gerekir” şeklinde yönlendirmeye çalıştığını söyleyebiliriz.

Örneğin, Moody’s, Fitch, OECD ve Standard & Poors’un ardından EBRD de Türkiye ekonomisi için büyüme tahminini yükseltti. 2023 yılı büyüme beklentisini yüzde 2.5’ten yüzde 3.5’e çekti. Ancak 2024 için 2,5 büyüme öngördü. IMF ise bu yıl için büyüme beklentisini yüzde 3’ten yüzde 4’e, gelecek yıl için ise yüzde 2.8’den yüzde 3.25’e revize etti. Türkiye’ye ziyarette bulunan IMF heyeti, hazırladığı raporunda ekonomi yönetiminin politika değişikliğini memnuniyetle karşıladıklarını belirterek faiz artışlarına devam edilmesi gerektiğini belirtti. IMF, raporun neredeyse tamamında sık sık ve apaçık şekilde “Kur Korumalı Mevduat” (KKM) uygulamasını büyük risk olarak tanımlıyor, eleştiriyor, dikkatli bir biçimde aşamalı olarak kaldırılmasını istiyor. Büyüme rakamlarının 2018 sonu ve 2019 başında olduğu gibi çok düşük seviyelere inmesi beklenmese de genelde yüzde 5 ve üzeri büyüme beklentisi ve geçmişi olan Türkiye ekonomisinin dinamikleri açısından yukarıda öngörülen büyüme rakamlarının iktidar açısından seçimlerde sorun yaratabileceğini öngörebiliriz.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poors (S&P), Türkiye’nin kredi notunu “B” olarak teyit ederken, kredi notu görünümünü “negatif”ten “durağan”a çıkardı. Fitch de 8 Eylül’de Türkiye’nin kredi notu görünümünü yükseltmişti. Bu kararların, CDS primine olumlu etkisi olabileceği ve ülkeye sıcak para girişinin başlamasına yardımcı olabileceği düşünülebilir. Ancak “durağan”dan “pozirif”e geçilmedikçe doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekmeye pek yeterli olmayacağı söylenebilir.

“Road show” yatırımcı görüşmeleri

Çabalarının sermaye çekmeye yetmeyeceğini bilen ve hatta acil sıcak para (döviz) ihtiyacını karşılamaya çalışan ekonomi yönetimi, Körfez ülkeleriyle başladığı “road show” yatırımcı görüşmelerine, Birleşmiş Milletler (BM) 78. Genel Kuruluna katılmak üzere ABD’ye giden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde New York’ta devam etti. Ardından finansın önemli merkezlerinden Londra’ya hareket eden Mehmet Şimşek ve ekibi, 4-6 Ekim’de uluslararası yatırımcılarla yoğun temaslarda bulundu. Ancak bu temaslardan umduğunu bulamadığı belirtiliyor. Örneğin Barış Soydan, Mehmet Şimşek’in Londra’daki toplantılarını şu şekilde özetliyor:

  1. Yatırımcılar hala kapsamlı bir program olmaması nedeniyle mesafeli duruyor.
  2. Swap piyasasının hala açılmamış olmasına yabancı yatırımcılar tepkili.

Görüşmelere katılan yatırımcıların görüşlerini özetleyen Bank of America raporunda, Londra’da Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile özel görüşmelerde bulunan uluslararası yatırımcıların, Türkiye’nin yabancı yatırımları çekme çabalarının yavaş ilerlediğini düşündüğü belirtiliyor. Mehmet Şimşek önümüzdeki günlerde aynı amaçla Paris ve Marakeş’i ziyaret edecek.

DIŞ POLİTİKA

İsrail Gazze’yi bir kez daha yerle bir ediyor

Filistin’de, 7 Ekim’de Hamas saldırısıyla başlayan gelişmeler hakkındaki değerlendirmemize buradan ulaşabilirsiniz.

Suriye ve Irak Kürdistanı’nda TSK Operasyonları

Bir önceki değerlendirme yazımızda TSK’nın Süleymaniye’deki Erbet Havalimanı’na yaptığı SİHA saldırısına ve Türkiye’nin Deyr-i Zor’da başlayan çatışmalardaki rolüne değinmiştik. 1 Ekim’de Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’ne düzenlenen ve PKK tarafından üstlenilen fedai saldırısının ardından TSK operasyonları hız kazandı.

1 Ekim’de MSB Kuzey Irak’a hava harekâtı düzenleyerek 20 hedefi imha ettiğini açıkladı. Bu saldırı Irak tarafından “egemenlik ihlali” olarak yorumlandı ve Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid, Türkiye’yle sorunları çözmek ve bir anlaşmaya varmak istediklerini belirtti. Ankara ile “normalleşme” şartlarını yineleyen Suriye Dışişleri Bakanlığı da Türkiye’nin Suriye’deki askeri güçlerini geri çekmesi gerektiğini hatırlattı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 1 Ekim tarihinde Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’nü hedef alan ve PKK tarafından üstlenilen saldırıya referansla yaptığı açıklamada, ‘Irak ve Suriye’de PKK ve YPG’ye ait olan bütün alt yapı-üst yapı tesisleri, enerji tesisleri bundan sonra güvenlik güçlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin, istihbarat unsurlarımızın topyekün meşru hedefidir. Üçüncü tarafların PKK/YPG’li tesislerden ve şahıslardan uzak durmasını tavsiye ediyorum” dedi. Bu açıklamanın ardından Suriye’nin kuzeyine hava saldırıları devam etti. Aynı gün bir Türkiye SİHA’sının ABD tarafından düşürüldüğü duyuruldu ve bu haber ertesi gün ABD tarafından doğrulandı. Türkiye’nin SDG’ye saldırılarına karşı bir ABD uyarısı olan bu eylemin ardından TSK’nın Suriye’deki hava operasyonları hız kesmedi. Aynı gün Dabık bölgesindeki Türkiye üslerine SDG kontrolündeki Tel Rıfat’tan çok namlulu roketatar saldırısı düzenlendi. Rusya İdlib’i bombaladı. Suriye kontrolündeki Humus’ta bir askeri okulun mezuniyet töreninde düzenlenen saldırıda en az 89 kişi öldü. Kısacası Suriye iç savaş bölgesinde ortalık karıştı. Daha sonraki günlerde Hamas saldırısıyla başlayan İsrail savaşı, Suriye ve Irak’taki gelişmeleri gündemde geride bıraktı.

Türkiye’nin Suriye’de SDG’nin, Irak’ta ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin hakimiyetindeki bölgelere düzenlediği SİHA destekli hava saldırılarına karşı Türkiye’de tek tepki Yeşiller ve Sol Gelecek partisinden geldi. YSP Hakan Fidan’ın açıklamasını “sivillerin hedef alınacağını bildiren bir savaş suçu itirafı” olarak değerlendirdi.

Kuzey Irak ve Kuzey Doğu Suriye’de ABD Kürt müttefikleri aracılığıyla hakimiyetini korumaya çalışırken, Kürt siyasi ve silahlı örgütleri arasındaki çelişkiler bunu zorlaştırıyor. Fakat esas önemlisi, Türkiye ve İran’ın Suriye ve Irak üzerindeki baskıları Kürt silahlı gruplarını yıpratırken, bazı Kürt siyasi grupları da işbirlikçiliğe zorluyor. SDG’nin zayıflatıldığı koşullarda ise derhal İŞID tehlikesi hortluyor. Rusya ise Ukrayna Savaş’ına karşın Suriye devletine karşı fiili desteğini ve askeri varlığını sürdürüyor. Irak ve Suriye devletlerinin uluslararası hukuka dayalı kara sınırları içerisinde yeniden hakimiyet kurmaları pek mümkün görünmezken Kuzey Mezopotamya’da kaos ve istikrarsızlık devam ediyor.

Kaos’tan istifade ederek Suriye’de selefi unsurlar yardımıyla siyasi hakimiyet tesis etmeye ve Kuzey Irak’ta bağımsız Kürt oluşumunu tasfiye etmeye çalışan Türkiye, Kürtlere karşı topyekün savaş açmış vaziyette.  Hava ve kara operasyonlarıyla siyasi cinayetler işliyor, sivil yerleşim yerlerini ve altyapı tesislerini hedef alıyor, sivillerin toplu ölümüne neden oluyor. Son haftalarda Rojava’dan bildiren ABD’deki Wilson merkezi Orta Doğu Programından Nadine Maenza’nın paylaşımlarına göre Kuzey Doğu Suriye’de 2 milyon insan susuz ve elektriksiz bıralkıldı ve içlerinde çocuklar ve kadınlar da olmak üzere 48 kişi öldürüldü. Türkiye için ‘küçük İsrail’ benzetmesi yapılabilecek bu cinnet hali, yurtiçinde ağır siyasi baskı koşullarında eleştiri konusu yapılamıyor. Hâkim paradigmaya karşı ana akımda karşımıza çıkan en ufak bir nüans, Merdan Yanardağ’ın tutuklanması, Ayşenur Arslan’ın gözaltına alınması gibi vakalarda görüldüğü şekilde, sistem tarafından cezalandırılıyor. YSP dışında meclisteki siyasi partilerden destek görüyor. Türkiye’nin bu cinnet halini dengeleyebilecek tek güç ABD gibi görünmekle birlikte, Rusya ve İran’a karşı bölgesel ve askeri açıdan, Çin’e karşı küresel planda zafiyet yaşayan bu gücün Türkiye gibi huysuz bir müttefikten vazgeçmesi mümkün görünmüyor.

Diğer gelişmeler

Sırbistan Kosova sınırında gerginlikler

Bir süredir Kosova’nın Kuzey sınırında Sırp birliklerle Kosova polisi arasında gerginlik yaşanıyor. Son olarak bir Kosova polisi Sırp güçlerin ateş açması sonucu öldürülmüştü. Sırpların Kosova sınırına olağandışı güç yığdığını iddia eden ABD, bu güçleri geri çekmesi hususunda Sırbistan’ı uyardı. NATO Kosova’ya ilave güç gönderme kararı aldı.

Karabağ’dan Ermeni göçü

Karabağ’ın Azerbaycan tarafından ansızın düzenlenen bir askeri harekatla ilhak edilmesinin ardından bölgeden göç eden Ermenilerin sayısı çeşitli kaynaklar tarafından 40 ila 100 bin arasında ifade ediliyor. Dağlık Karabağ’daki Artsakh Cumhuriyeti de kendi varlığına son vereceğini duyurdu. Bu arada Avrupa Parlamentosu Karabağ’daki mevcut durumu “etnik temizlik” olarak adlandırarak Azerbaycan’ı kınadı.

Fransa’nın Ukrayna ve Ermenistan’la askeri ilişkileri

Fransa Dışişleri Bakanı Colonna, Paris’in, Ermenistan’la dayanışma içinde olduğunu ve Karabağ’dan göçen Ermeniler için 12.5 milyon avro yardım sağlayacağını açıklarken, Ermenistan’a ‘askeri teçhizat’ gönderileceğini de açıkladı.

Ayrıca Fransız silah üreticileriyle Ukrayna arasında kapsamlı işbirliği anlaşmaları imzalandı.

 

[1] Bu konuda daha geniş bir değerlendirme için, Kültür Sanat Komisyonumuzun yazısına bakılabilir: https://www.art-izan.org/kultur-sanat/guncel/18-eylul-3-ekim-2023-kultur-sanat-gundemi/