Bu yazı, 14-26 Ekim tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.

İÇ POLİTİKA

CHP’nin çıkışları, tezkere meselesi ve “sağ restorasyon” iddiaları

Bu dönemde yüksek siyaseti CHP cephesinden Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde gerçekleştirilen çıkışların belirlediği görüldü. Genel siyasi gündemi muhalefetin belirlemeye başladığı sürecin giderek daha da geliştiğini görüyoruz. Daha önceki “iktidar başta ekonomik sorunlar nedeniyle nasıl olsa güç kaybediyor, bekleyelim iyice yıpransın” şeklinde özetleyebileceğimiz “bekleyiş” politikasının terkedilmeye başlandığı, ya da artık zamanın geldiği tespitinin yapıldığı görülüyor. Ancak bu çıkışların yüksek siyaset seviyesinde yapıldığını, toplumsal tabanda örgütlenmekten bilinçli olarak kaçınılmaya devam edildiğini belirtelim.

Kılıçdaroğlu’nun bu dönemdeki çıkışlarından ilki, Erdoğan’ın “iktidarda kalmak için her yolu deneyeceğini”, genel seçimler öncesi “siyasi cinayetler işlenebileceğini” söylemesi oldu. Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı resen soruşturma başlattı. Diğer liderler de tartışmaya girdi. MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun gündeme getirdiği ‘siyasi cinayetler’ konusuna hak vererek, seçim sürecine işaret etti. Sadettin Tantan ise, “Söylentiler bilinçli olarak çıkarılır ve bunlar siyasi parti yetkililerine el altından duyurulur” dedi. Erdoğan iddiaları mahkemeye taşıdı. Başta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İyi Parti lideri Meral Akşener olmak üzere bu iddiayı dile getirenlerin ifadelerinin alınması talep ediliyor.  MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise Kılıçdaroğlu’na “Bir şey biliyorsan söyle, korku edebiyatını bırak” şeklinde seslendi. Bu iddialar karşısında iktidarın bir çeşit savunma refleksiyle karşı söyleme geçtiği görülüyor.

Kılıçdaroğlu’nın diğer önemli çıkışı da bürokratlara yönelik “sorumluluk hatırlatma” içerikli çağrı ve uyarısıydı. Kılıçdaroğlu, evinden yeni bir video çekerek bürokratlara seslendi. “Kamil akla gelmeniz için Kılıçdaroğlu ağabeyinizin, amcanızın bu size son çağrısıdır” diyen CHP lideri, “‘Emir almıştım’ diyerek bu kirli işlerden sıyrılamazsınız. Size kanun dışı ne yaptırılıyorsa pazartesi (18 Ekim) itibariyle durun” ifadelerini kullandı. Bu konuda da iktidarın savunmaya geçtiğini söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bürokratlara yönelik yaptığı çağrıyla ilgili suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı. Erdoğan, “memurlarıma sesleniyorum, oyuna gelmeyin” açıklamasında bulundu.

Kılıçdaroğlu’nın diğer hamlesi de Merkez Bankası ziyareti oldu. Ziyaret öncesinde Kılıçdaroğlu, Twitter hesabından “Dolar rekorlar kırıyor. Motorin ve benzine yine zam geldi. Sebep olduğun bu rezaletin milleti ezmesini daha fazla izleme Erdoğan, Kara Kış Fonu’nu kur!” açıklamasını yaptı. Kılıçdaroğlu, Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, “Faiz oranları şu seviyeye insin diye talimat verdiğini söyleyen kişinin Erdoğan olduğunu biliyoruz. Merkez Bankası’nın kurumsal kimliğine saygı göster. Sıcak siyasetin buraya girmesinden rahatsızız, bu bir şekilde dile getirildi” ifadelerini kullandı.

CHP’nin bu dönemde gerçekleştirdiği en önemli çıkışın ise Irak ve Suriye’ye sınır ötesi operasyon konusundaki tezkereye hayır oyu vermesi olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Irak ve Suriye’ye sınır ötesi operasyon konusunda Cumhurbaşkanı’na verilen yetkinin iki yıl daha uzatılmasını öngören Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi, Meclis Başkanlığı’na sunuldu. Suriye ve Irak’a sınır ötesi operasyon düzenleme konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verilen yetkinin iki yıl daha uzatılmasını öngören tezkere, Meclis’e getirildi. Tezkereye, AKP, MHP, Deva Partisi, İyi Parti, ve Memleket Partisi “evet” oyu; HDP, CHP ve TİP’ ise “hayır” oyu verdi. SP lideri Temel Karamollaoğlu neden tezkerenin süresi 2 sene diye sordu? Seçimleri boğuntuya mı getirmek istiyorsunuz? dedi.

CHP’nin tezkere konusunda sorduğu sorulardaki tonun savaş karşıtı olmadığı görülüyor. CHP Sosyal demokrat bir tutum alarak barışa vurgu yapmış değil. Bir bakıma devlet içi bir söylem kurduğu söylenebilir. Daha önce dile getirilen Suriye’de Esad ile çözüm” yaklaşımının devamı olarak görülebilir. Buradan bakıldığında Korkut Boratav’ın SOL’da çıkan röportajında ileri sürdüğü “Türkiye’de tutucu bir sağ restorasyonun öngörüldüğü” görüşüne dikkat çekmek gerekiyor. Bu çerçevede CHP’nin İYİ partiyle koordineli hareket ettiği söylenebilir. İYİ Parti aracılığıyla muhafazakâr seçmenin üzerine oynanırken CHP’nin ise tezkere gibi hamlelerle sosyal demokrat seçmeni kendine çekmeye çalıştığı görülüyor.

Siyaset gündemini muhalefet belirlemeye çalışıyor. Muhalefet partileri, gelecek cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler sonucunda olası iktidar değişikliğiyle birlikte parlamenter sisteme geçiş sürecinde temel yol haritası için ilkeleri oluşturmaya çalışıyor.

Öte yandan gelişmeleri sadece seçime yönelik yorumlamak yanlış olacak. Bürokrasiye ültimatom, devlet kurumlarının çöküşüne karşı bir restorasyon hamlesinin parçası olarak görülebilir. Muhalefetin “Devlet aklı burada demek istediği” düşünülebilir. Tezkere meselesi de aynı zamanda Kürtleri bastırmanın klasik Kemalist yöntemine geri dönüş olarak değerlendirilebilir. Merkezi iktidarla, Esat’la bu işi halledelim. Tezkere istifa eden 5 general olayında görüldüğü gibi TSK içindeki rahatsızlığı da yansıtıyor olabilir.

Her halükârda iktidarın şimdiye kadar oynadığı oyunu sürdüremediğini söyleyebiliriz. Eskiden dışarıya esip gürleyip içeride tabanını konsolide edebiliyordu. Şimdi ise başta ekonomi ve uluslararası koşulların bunu zorladığı görülüyor

TÜGVA gündemi

Bir önceki dönemde Büyükada İskelesi’nin üst katının tahliyesi sorunuyla başlayan ve devlet içinde ‘kadrolaşma listelerinin sızmasıyla devam eden TÜGVA tartışmaları bu dönemde de gündem olmaya devam etti.

TÜGVA’nın ordu, emniyet ve diğer kamu kurumlarına yüzlerce kişiyi yerleştirdiği, bu kişilerle ilgili sicil listeleri tuttuğu iddialarının ortaya saçılması üzerine TÜGVA Eski Yöneticisi Tamer Özsoy, “Ortaya çıkan belgeler buzdağının yüzde biri sadece. Devamı çıktığında ‘Bu da mı olmuş’ diyeceğiz. Asıl büyük problem olan şu, bu tahsis edilen binada yetiştirilen gençlere ne vaatlerde bulunuldu? Burası daha önemli bence. Biliyorsunuz, FETÖ taktiği de böyleydi” açıklamasında bulundu. Ele geçirilen 80 milyon kişinin verilerinin nerede ne amaçla kullanıldığı tam olarak belli değil. İddialar arasında TÜGVA’da bazı üyelerin gelirin bir kısmının vakfa bağışlanması şartıyla yandaş ATV’de yayınlanan ‘Kim Milyoner Olmak İster’ isimli yarışmaya gönderildiği de yer alıyordu. Öte yandan TÜGVA üyelerinin İBB’de görev yaparken binlerce lira maaş aldığı da ortaya çıktı. Örneğin TÜGVA Başkanı Enes Eminoğlu, belediye el değiştirene kadar her ay 12 bin lira maaş almış. Yayımlanan belgeler arasında “FETÖ’nün ardından ortaya çıkan yurt boşluğunun doldurulması” iddiası da var.

AKP, FETÖ ile yollarının ayrılması sonrası alternatif bir “paralel yapı” kurma girişiminde bulunmuş görünüyor. Yapının derinliği ve edindiği güç konusunda henüz yeterli bilgi ortaya çıkmış değil. Önümüzdeki dönemde daha çarpıcı ifşaat beklenebilir.

DIŞ POLİTİKA

10 Batılı büyükelçiyle “Osman Kavala” krizi

18 Ekim’de Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda büyükelçileri yayınladıkları bildiride, 4 yıldır cezaevinde bulunan iş insanı Osman Kavala’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı uyarınca derhal tahliye edilmesi çağrısında bulundu. Ankara’da konu şok etkisi yarattı.

İktidar çevreleri önce bildirinin “Türkiye’nin içişlerine karışılması” anlamına geldiğini savunarak eleştirdi. Dışişleri Bakanlığı, açıklamayı “diplomatik teamüllere ve yargı bağımsızlığına aykırı,” “hadsiz” ve “çifte standart uygulama” olarak değerlendirdi. Erdoğan 21 Ekim’de büyükelçiler için “ülkemizde ağırlama lüksümüz olamaz” açıklaması yaparken 2 gün sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na büyükelçilerin “İstenmeyen adam ilan edilmesini hemen halledeceksiniz” talimatı verdiğini duyurdu. Buna cevaben, ABD Büyükelçiliği sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamada “ABD 18 Ekim tarihli açıklamaya ilişkin bazı soruların yöneltilmesi vesilesiyle, Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesine riayet etmeyi teyit eder” açıklamasını yaptı. Kanada, Finlandiya, Danimarka, Hollanda, İsveç, Norveç ve Yeni Zelanda’nın Ankara büyükelçilikleri ABD’nin açıklamasını retweet ederek, bildirideki amacın “Türkiye’nin içişlerine karışmak olmadığını” belirtti. Bu gelişmenin ardından Türkiye’de ana akım medyada, açıklamanın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “olumlu karşılandığı” yönünde haberler yer aldı. Basınının bir bölümü, Batı ülkelerinin Viyana Sözleşmesi’ne yaptığı vurguyu, ‘geri adım’ olarak lanse etti. Oysa Türkiye Dışişleri Bakanlığı da Erdoğan’ın ‘istenmeyen kişi’ talimatıyla ilgili herhangi bir adım atmamıştı.

Uluslararası basın ise bu gelişmeleri Erdoğan’ın ‘U dönüşü’ yaptığı şeklinde haberleştirdi. New York Times’ın haberinde “Türkiye Cumhurbaşkanı 10 Batılı diplomatı sınır dışı etmekten geri adım attı” ifadelerine yer verirken, The Guardian ise “Türkiye yabancı büyükelçileri sınır dışı etme tehdidinden vazgeçti” dedi. Bloomberg ve France24 da benzer anlatımlarla haberleştirdi. France24, “Erdoğan, Batılı diplomatları sınır dışı etme tehdidinden U-dönüşü yaptı” yorumunda bulundu.

Büyükelçiler kriziyle ilgili ABD Dışişleri Bakanı Ned Price’ın yaptığı açıklama ise Viyana Sözleşmesi ve ‘geri adım’ konusundaki karışıklığı aydınlatmış görünüyor. Basın toplantısında Price’a, Türk basınında, “ABD ve diğer ülkeler geri adım attı” şeklinde ifadelerinin yer aldığı hatırlatılarak, “Kavala’nın derhal serbest bırakılmasına yönelik açıklamanın arkasında mısınız?” diye soruldu. Price ise büyükelçilerin Kavala için yaptığı açıklamanın, Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesiyle tutarlı olduğunu ifade etti. Buna göre bildiriyle ilgili yapılan Viyana Sözleşmesi vurgusunun, ‘geri adım’ değil, ‘içişlerine karışma’ tepkilerine bir cevap olduğu söylenebilir.

10 elçilik krizi piyasalarda Rahip Brunson vakasını hatırlattı. Döviz kuru ciddi seviyelerde dalgalandı. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerde karşılıklı olarak belli bir eşiğin ötesindeki sertleşmelere, bir şekilde diplomatik yollarla çözüm mekanizması devreye sokularak, izin verilmediği anlaşılıyor. (Zira, İtalya ve İngiltere gibi önemli ülkelerin bildiride yer almaması dikkat çekti.) Bu ülkeler ile Türkiye arasında örtük bir uzlaşının sağlandığı düşünülebilir. ABD ve Avrupa, Erdoğan’a yenilgi ve geri adım hissini yaşatmayacak bir yolla (Viyana sözleşmesi demagojisiyle) söylediğinde ısrarlı olduğunu gösterdi. Kavala’nın serbest bırakılması beklentisi geçerliliğini koruyor. Nihayetinde büyükelçiler Türkiye’nin iç işlerine zaten karışmıyoruz demiş oldular. Ama başta ABD olmak üzere çıkışın arkasında olduklarını gösterdiler. Hiçbiri özür diler nitelikte bir söyleme de girmedi. Erdoğan da hiç kimseyi “istenmeyen adam” ilan etmemiş, yani karşı bir adım atamamış oldu. 30 Kasım Kavala’nın serbest bırakılması için tanınan son tarih. Bu tarihten sonra bu konunun daha iyi değerlendirilebileceğini söyleyebiliriz.

Aynı dönemde Almanya hükümetinin, AİHM kararı doğrultusunda Osman Kavala’nın serbest bırakılması talebini yineleyen açıklaması dikkat çekti.

Öte yandan bu dönem AB Komisyonu 2021 Türkiye raporunu açıkladı. AB, temel haklar, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve basın özgürlüğü alanlarındaki kötüleşmenin devam ettiğini ve Türkiye’nin endişeleri gideremediğini belirtti, AİHM’nin Demirtaş ve Kavala kararlarını hatırlattı. AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi, “AB Konseyi Haziran ayında, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden uzaklaşmaya devam ettiği, katılım müzakerelerinin fiilen durma noktasına geldiği ve başka fasılların açılması veya kapanmasının düşünülemeyeceğini tespit etti. Bu değerlendirmenin altında yatan gerçekler hala geçerli” dedi.

Rojava

Türkiye Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi kontrolündeki bölgelere müdahale etme niyetini bu dönemde de yineledi. Bu konuda ABD ve Rusya’dan istediği onayı alamamış olan Erdoğan, Suriye’yle ilgili yaptığı açıklamada “ABD’nin oradaki malum güçlerine karşı, rejim güçlerine karşı gerekli olan her türlü mücadeleyi vereceğiz. Bu konuda kararlıyız” şeklindeki açıklamasıyla konuyu gündemde tutmaya devam etti. Afrin, Fırat Kalkanı ve İdlib bölgelerini birbirine bağlayan Tel Rıfat’a müdahale ihtimali de konuşulmaya devam ediyor. ABD ve / veya Rusya’nın Suriye’nin herhangi bir bölgesine operasyona izin vermesi şu anki koşullarda pek mümkün görünmüyor. İçeride ekonominin oldukça kötü olduğu ve her geçen gün halk desteğini yitiren AKP–MHP ittifakının bir çılgınlık yapması mümkün olsa da uzmanlara göre kısa vadede bu ihtimal görünmüyor.

Öte yandan uluslararası cephede Rojava ile ilgili tarihe not edilmesi gereken ilginç bir gelişme yaşandı. Katalonya Parlamentosu’nda yapılan oylamada Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi resmen tanındı. Parlamento, bölgeye dayanışma yardımı yapma kararı aldı.

Kıbrıs’ta skandallar, başbakanın istifası, hükümetin düşmesi

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Başbakanı Ersan Saner, 13 Ekim’de canlı yayında yaptığı açıklamada hükümetin istifa ettiğini duyurdu. Başbakan Saner, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile görüşmesi sonrasında yaptığı açıklamada, “Hükümet ortağı olan partilerin kendi içinde yaşadığı problemler değişik tavırları nedeniyle bu hükümetin daha fazla sürdürülebilmesinin mümkün olmadığını gözlemlediğimden Ulusal Birlik Partisi (UBP) Genel Başkanı olarak az önce istifamı Sayın Cumhurbaşkanıma sunmuş bulunmaktayım” ifadelerini kullandı.  Koalisyon partileri içindeki sorunlardan meydana gelen bu istifanın yanısıra Kıbrıs kaset skandalıyla da çalkalandı. Gazeteci Erk Acarer, Kıbrıs’ta darp ve alıkoyma suçlamasıyla tutuklanan Halil Falyalı’nın kasetlerle siyasilere şantaj yaptığını, bu kasetlerden birinde de KKTC Başbakanı Ersan Saner’in görüntülerinin olduğunu yazdı. Sedat Peker’e yakın isimlerden olduğu iddia edilen Emre Olur da KKTC’de tutuklanan Halil Falyalı’nın yetkililere ve siyasilere şantaj yapmak için çektiği ileri sürülen ‘müstehcen’ kasetlerin ellerinde olduğunu söyledi. UBP Genel Başkanı ve KKTC Başbakanı Saner ise iddiaların komplo olduğunu belirterek “Saldırıya uğrayan ben, ailem, partim ve siyaset kurumumuzdur” dedi. Daha sonra da Saner, parti kurultayında genel başkan adaylığından çekildiğini açıkladı.

Bu gelişmelerin, Türkiye’de hazırlığının yapıldığını düşündüğümüz “sağ restorasyon” stratejisinden bağımsız olduğunu düşünmek biraz zor. Ayrıca son zamanlarda Kıbrıs’ın, Sedat Peker’in açıklamalarında uluslararası uyuşturucu trafiğine aykırı ayrı bir hat olarak kullanılmaya başlandığı iddia ediliyordu. ABD’nin bu durumdan rahatsız olmaması pek mümkün değil. Kasetlerin sızmasının ve Peker’in eline geçmesinin, tesadüf olmadığı açık görünüyor.  Ayrıca bu dönemde Türkiye’nin Uluslararası Mali Eylem Görev Gücü tarafından ‘kara para aklama’ ve ‘terörizmin finansmanı’ ile mücadele konusunda ‘yeterince çaba göstermeyen’ ülkelerin bulunduğu ‘gri listeye’[i] alındığının duyurulması da tesadüf olmasa gerek. Bu gelişmeler uluslararası sistemin, Türkiye’nin kendini bu kadar dayatmasına karşı bir mesajı olarak değerlendirilebilir. Kıbrıs operasyonu da bunun uzantısı olarak görülebilir.

EKONOMİ

TÜSİAD’ın çıkışı

Kuruluşunun 50. yılını kutlayan TÜSİAD’ın İstanbul’da düzenlenen Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında ülke gündemine dair adaletten özgürlüklere, iklim krizinden laikliğe, ekonomiden İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına varan geniş bir yelpazede verilen mesajlar dikkat çekti. Toplantıda ilk konuşmayı yapan TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan, Türkiye’nin özellikle jeopolitik gelişmelerin tehdidi altında olduğunu söyledi ve bu tehditlerle başa çıkarken Türkiye’nin ‘‘kural bazlı’’ siyasal sistemin içinde kalması gerektiğine işaret etti.

Konuşmasının devamında, Merkez Bankası başta olmak üzere düzenleyici ve denetleyici kuruluşların bağımsızlığına ve laikliğe vurgu yapan Özilhan özetle şunları söyledi: “Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının sağlanması çerçevesinde devletin tüm işlemlerinde hukukla bağlı olması ve etkin hak arama özgürlüğünün güvence altında olması. Çoğulcu ve katılımcı demokrasinin güçlendirilmesi, tüm vatandaşlar için tüm hak ve özgürlük alanlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi standartlarında geliştirilmesi. Siyasette ötekileştirme, ayrımcılık ve nefret söylemleriyle mücadele edilmesi.

Kuvvetler ayrılığını güçlendirmek için denge ve denetleme mekanizmalarıyla yargısal denetimin güçlendirilmesi, şeffaf, hesap verebilir, daha az merkeziyetçi ve etkin bir kamu yönetimi anlayışının yerleşik hale getirilmesi. Bu adımları atabilmek, geleceği hep beraber inşa edebilmenin temelini oluşturacaktır.

TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski ise “Kadınların birçok gelişmiş ülkeden daha önce siyasi haklarını elde ettiği Türkiye’de, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kabul edilebilir değil” ifadelerini kullandı.”

Toplantıda verilen mesajlar ve açıklanan ‘Geleceği İnşa’ raporunun muhalefet bloğunun oy oranlarında önemli artışların yaşandığı bir döneme denk gelmesi önümüzdeki dönemde yaşanacak değişimlerin habercisi olarak okunabilir. TÜSİAD’ın benzer açıklamalarını sık sık duymak şaşırtıcı olmayacaktır. Zira “yorumcuların büyük bir kısmı bu çıkışı; mevcut “iktidar blokunun artık gitmekte olduğu gerçeğini gördükleri için gelecek iktidarlarla şimdiden ilişki kurmak çabası” olarak yorumluyor.”

Merkez Bankası’nda görevden almalar

14 Ekim’de güne yine bir geceyarısı operasyonu ile başlandı. “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Şahap Kavcıoğlu’yla görüşmesinin ardından, TCMB’de iki başkan yardımcısı ve bir Para Politikası Kurulu Üyesi görevden alındı.” 13 Ekim gününü 9,08 seviyesinden kapayan Dolar/TL paritesi, sabah saatlerinde piyasaların açılmasıyla 9,18’e kadar yükseldi. Ertesi gün ise beklenmeyen bir gelişme yaşandı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nu ziyaret edeceğini açıkladı. “Kılıçdaroğlu, görüşme sonrası yaptığı açıklamada, “Faiz oranları şu seviyeye insin diye talimat verdiğini söyleyen kişinin Erdoğan olduğunu biliyoruz. Merkez Bankası’nın kurumsal kimliğine saygı göster. Sıcak siyasetin buraya girmesinden rahatsızız, bu bir şekilde dile getirildi” ifadelerini kullandı”. Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu ise Merkez Bankası’nın bağımsızlığına vurgu yaparak kararların Para Politikası Kurulu tarafından alındığını söyledi. “Merkez’deki görevden almalara ilişkin de konuşan Kavcıoğlu, “Bütün kurumlarda olan bir şeyler. Bir kısmı arkadaşların kendi tercihi bir kısmı bizim tercihimiz. Merkez Bankası’nın bütün rakamları, iletişimi açıktır, nettir. Spekülasyonlar Merkez Bankası’na zarar verir. Herkes siyaset yapacaksa başka şeylerin üzerinden yapmaları bu ülkeye daha az zarar verecektir. Herkesi sağduyulu olmaya çağırıyoruz” ifadelerini kullandı”.

Merkez Bankası faiz indirimi

Önceki dönem değerlendirme yazımızda Merkez Bankası politikalarına ilişkin olarak ‘Ancak MB Başkanı’nın dövizdeki yükselişi dış kaynaklı gelişmelere bağlaması ve asıl karar verici Cumhurbaşkanı’nın faiz-enflasyon ilişkisi üzerine teorileri ve inşaat sektörünü destekleme kaygıları yeni bir faiz indirimi getirebilir’ öngörüsünde bulunmuştuk. Yukarıda bahsedilen gelişmeler piyasalardaki belirsizliği artırırken, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) 21 Ekim 2021 tarihli toplantısında politika faizini yüzde 18’den yüzde 16’ya indirdi. Faiz indirimi ardından TL’de çok ciddi değer kayıpları yaşandı. Yapılan yorumlar ekonomi yönetiminin ‘ekonomiden anlamadığı’, ‘yanlış yöne gittiği’ veya ‘kararın rasyonel olmadığı’ üzerinde yoğunlaşsa da değerlendirmemiz bunun inşaat sektörünü canlandırmaya dönük bilinçli bir tercih olduğu ve yeni bir indirimin şaşırtıcı olmayacağı yönünde.

[i] Kara para aklama ve terörizmin finansmanı konusunda yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin yer aldığı “kara liste”de İran ve Kuzey Kore yer alırken Türkiye’nin bu yıl eklendiği yükümlülükleri eksik yerine getirilenlerin yer aldığı “Gri listede” Pakistan, Suriye, Arnavutluk, Myanmar, Yemen, Güney Sudan, Uganda, Senegal, Burkina Faso, Zimbabve, Nikaragua, Filipinler, Kamboçya, Haiti, Cayman Adaları ve Barbados bulunuyor.