(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Araştırmalar Komisyonu tarafından 6 – 19 Haziran 2021 tarihleri arasındaki haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır) 

İç Politika

HDP’ye yönelik saldırı, Deniz Poyraz cinayeti

Geçtiğimiz dönemin en önemli olaylarından biri HDP İzmir İl Binasına yapılan silahlı saldırıydı. Saldırgan Onur Gencer, HDP İzmir İl Binası’nı ateşe verip binada bulunan tek kişi Deniz Poyraz’ı katletti. HDP’nin o günkü geniş katılımlı toplantısı son anda iptal edilmeseydi saldırının sonuçları çok daha ağır olacaktı. Saldırganın daha önce binada keşif yapması olayı bir süredir planladığını ve iptal edilen HDP toplantısına katılanları hedef almak istediğini gösteriyor. Onur Gencer ifadesinde kimseye bağlı olmadığını ve PKK’den nefret ettiğin için HDP’ye saldırdığını söylese de ülkücü profilinden, bir sağlık çalışanıyken Suriye’ye gitmiş olması ve Suriye’deki silahlı gruplarla ilişkisinden saldırganın sıradan bir kişi olmadığı anlaşılıyor. HDP yetkilileri İzmir’de bir süredir saldırı ihbarı aldıklarını ancak bunu bildirmelerine rağmen emniyetin hiçbir tedbir almadığını açıkladı. İktidarın PKK ile eş tutarak HDP’yi terörle ilişkilendirmesi, yedi yıl önceki eylemleri bahane ederek HDP’yi kapatmaya çalışması, uzun zamandan beri HDP’yi çeşitli şekillerde hedef göstermesi bunun siyasi ortamın getirdiği bir saldırı olduğunu gösteriyor.

Hemen her kesimden siyasetçinin kınadığı ve provokasyon olarak değerlendirdiği bu saldırıda provokasyonun nereden geldiğine, Devlet Bahçeli’nin işaret ettiği “ülkeyi bölmeye çalışan karanlık ellerin” kime ait olduğuna bir bakalım: Bu olayı, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında devreye konan Kürt siyasi hareketini tasfiye konsepti üzerinden düşünmek mümkün. Sürmekte olan Kobanê davasının HDP’nin kapatılmasına gerekçe gösterilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin HDP hakkındaki iddianameyi kabul etmesi ve İzmir saldırısının aynı döneme denk gelmesi Kürt siyasi hareketine yönelik daha yoğun bir baskının geleceğini işaret ediyor. İktidar açısından bu, seçime yönelik bir hamle olarak da değerlendirilebilir. Özellikle Sedat Peker’in ifşaatları sonrası toplum nezdinde itibarını yitirmeye devam eden Cumhur İttifakı, önündeki HDP ve Kürt oyları engelini kaldırmak istiyor. Kürt seçmenin oylarına talip olup Kürt sorununu gündemine almayan Millet İttifakı’nın bu tutumunun yarattığı kırılganlığın farkında olan Cumhur İttifakı HDP’yi Millet İttifakı’ndan uzaklaştırmak istiyor. Kürt seçmeni siyasetin dışında tutmak, Cumhur İttifakı’na verilmeyeceği belli olan oyların Millet İttifakı’na gitmesini engellemek iktidarın öncelikleri arasında yer alıyor.

Sedat Peker’in ifşaları

Sedat Peker de ifşalarında iktidarda kalmak için her yolun deneneceğine, Alevilere yönelik bir saldırı planlanarak ülkede kaos çıkarmaya çalışılacağını söylemişti. HDP saldırısı bu iddiayı güçlendirirken Sedat Peker, İzmir HDP İl Başkanlığına yapılan saldırının çok daha büyüklerinin önümüzdeki günlerde yaşanabileceğine işaret etti.

Sedat Peker’in 9. videosundaki ifşalar bu iki haftanın iç politika gündemini belirledi. Her geçen gün izleyici sayısı artan videolarında Peker, Türkiye’nin kendisinin de içinde olduğu nasıl bir çete-devlet tarafından yönetildiğini ifşa etmeye devam etti. Diğer yandan iktidarın önceliği şimdilik Sedat Peker’e değil, Sezgin Baran Korkmaz’a (SBK) verdiği söylenebilir. Çünkü Peker’in İçişleri Bakanlığı’nın da dahil olduğu kara para aklama suçlamasıyla gündeme taşıdığı SBK bu hafta konuşmaya başladı.

Medya, siyaset ve iş dünyasındaki mafya ilişkileri

Hatırlanacağı gibi Sedat Peker videolarından sonra derinleşen ifşalarla, gazeteci Veyis Ateş’in SBK ile Süleyman Soylu arasında aracılık yaptığı, bunun karşılığında SBK’den para istediği, SBK’nin hakkındaki soruşturmanın kapatılarak yurt dışına çıkmasına göz yumulduğu ve karşılığında da –İnan Kıraç olduğu iddia edilen- bir iş insanının SBK’ye olan borcunun silinmesinin istendiği iddia edilmişti. Bu iddia medya, siyaset ve iş dünyasındaki kirli ilişkileri gündeme taşıdı.

Habertürk’ün sahibi Ciner Holding Yönetim Kurulu bu konuda Veyis Ateş’ten açıklama istedi. Veyis Ateş’in iddiaları yalanlaması üzerine gazeteci Fatih Altaylı ve Sevilay Yılman, Veyis Ateş’in SBK’den 10 milyon euro istediği konuşmanın kaydını dinlediklerini yazdı. Peker’in iddiası bu şekilde kamusallaşmış oldu.  Bu olay üzerine Habertürk’teki görevinden istifa eden Veyis Ateş, Halk TV’de İsmail Saymaz’ın sorularını yanıtladı ve hakkındaki suçlamaları reddetti. Programa bağlanan SBK ise Veyis Ateş’le ilgili suçlamaları tekrarladı. Bu olay Veyis Ateş’in din dersi öğretmeniyken medyaya geçmesini ve buradaki hızlı yükselişini, Süleyman Soylu ve Veyis Ateş ilişkisini de gündeme getirdi. Süleyman Soylu’nun ekibinde yer alan Ateş’in yükselişi Soylu’nun siyasetteki yükselişiyle beraber ilerliyor. Soylu’nun İş Bankası gibi kritik kurumlara yerleştirdiği ekibinin Habertürk’teki isminin de Veyis Ateş olduğu ortaya çıkıyor.

Bu olaydaki diğer önemli gelişme ise HALK TV’ye bağlanıp konuşmasından kısa bir süre sonra SBK’nin gözaltına alınmasıydı. ABD’nin devreye girmesiyle SBK, Avusturya’da gözaltına alındı; hakkındaki kara para soruşturması nedeniyle ABD’ye yargılanmak üzere teslim edilmesi bekleniyor. Bu, tabii ki SBK’nin tüm yazışma, konuşma, para alışverişlerinin, girdiği tüm siyasi ilişkilerin bilgisinin de ABD’nin eline geçmesi anlamına gelecek.

Sedat Peker gündemine dönecek olursak, hatırlanacağı gibi Peker, Tayyip Erdoğan’la karşılaşmasını 14 Haziran tarihli Biden-Erdoğan görüşmesi sonrasına ertelemişti. Bu görüşmenin bir gün öncesinde -13 Haziran Pazar günü- yayınlanması beklenen 10. videonun gelmemesi ve gün içinde Sedat Peker’den haber alınamaması üzerine kendisine yönelik operasyon yapıldığı ve MİT tarafından yakalandığı haberleri yayıldı. Sedat Peker’in Birleşik Arap Emirlikleri yetkililerince sorgulandığını açıklaması üzerine bunun yalan haber olduğu ortaya çıktı. Diğer yandan Sedat Peker güvenlik gerekçesiyle videolarına ara vermesinin istendiğini söyledi.

Muhalefet neden güçlenemiyor?

Hem pandemi döneminde derinleşen ekonomik kriz, hem siyasetteki mafya sisteminin deşifre edilmesi, hem de yolsuzluk ve kayırmacılığın iktidar bloğu içinde rahatsızlık yaratması iktidara güç kaybettiriyor. Ancak bu durum muhalefetin güçlenmesine de neden olmuyor. Muhalefetin toplum tabanında örgütlü olmaması, AKP-MHP ittifakının toplumsal hassasiyetleri kullanmasının bunda etkili olduğu söylenebilir. İktidarın terör retoriğini, beka meselesini sürekli gündemde tutması, kendileri giderse dinin de elden gideceğine toplumun bir kesimini inandırması ve son dönemde günah keçisi ilan edilen LGBTİ+’lar hedef gösterilerek ahlaki panik yaratması geniş bir kesimi iktidarın etrafında bir araya getiriyor. Buna karşılık muhalefetin ağırlıklı olarak iktidarın ilk seçimde gideceğini varsaydığı ve toplum tabanında örgütlenmek yerine bunun rahatlığıyla hareket ettiği de söylenebilir. Bu rehavetin çok ağır sonuçları olacağını da öngörülebilir.

İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz Mitingi

İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanı kararı ile feshedilmeye çalışılması kadın kurumlarını, LGBTİ+ örgütlerini harekete geçirmişti. Pek çok kurum ve siyasi parti CB kararının hükümsüz olduğu gerekçesiyle Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmesini öngören bu kararın iptali için Danıştay’da dava açmıştı. Uluslararası prosedüre göre Türkiye’de sözleşmenin yürürlükten çıkacağı tarih 1 Temmuz 2021 olarak belirlendi. İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak için Türkiye’nin pek çok yerinden kadın ve LGBTİ+ örgütleri, siyasi partilerden kadınlar 19 Haziran tarihinde İstanbul Maltepe’de bir miting düzenledi. 1 Temmuz tarihi yaklaşırken gözler Danıştay’a çevrilmiş durumda. Çünkü Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdiği takdirde Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nin tarafı olmaya devam edecek. Aksi halde Türkiye, kadın cinayetlerinin bu kadar yüksek olduğu bir siyasi iklimde, imzacı ülkelere kadına yönelik şiddeti ve haneiçi her türlü şiddeti önleme yükümlülüğü getiren bu sözleşmeden çekilmiş olacak.

İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesini protesto eden eylemler pek çok şehirde yapıldı. Bu eylemlerin bir kısmına polis müdahale ederek izin vermedi. Ankara’da İstanbul Sözleşmesi Kampanya Grubu tarafından düzenlenen eylemde çok sayıda kadın gözaltına alındı.

Takip edilen davalar

Yeldana Kaharman’ın şüpheli ölümü yeniden gündeme geldiğinde cinayet şüphesinin açıklığa kavuşturulmasına dair hiçbir adım atılmadı. Ama buna karşılılık otopsi raporunu yayınlayan gazeteci Baransel Ağca hakkında Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı savuşturma başlattı. Ekonomik ve siyasi olarak güçlü insanların yargı süreçlerinde nasıl imtiyaz kazanabildiğine dair bir başka örnek de Duygu Delen davasında yaşanıyor. 2020 Ağustos’unda Duygu Delen Gaziantep’te bir apartmanın dördüncü katında bulunan Mehmet Kaplan’ın evinin balkonundan şüpheli bir şekilde düşüp hayatını kaybetmişti. 17 yaşındaki Duygu Delen’in ölümüyle ilgili kasten öldürme, cinsel istismar, yağma ve hakaret suçlarından ağırlaştırılmış müebbet ve 32 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan Mehmet Kaplan, davanın 4’üncü duruşmasında ev hapsi şartıyla tahliye edildi. Adli Tıp Kurumu’ndan birbirinden çok farklı raporlar gelmesi ve raporlardan biri gerekçe gösterilerek sanık tahliye edildi.  Mehmet Kaplan daha önce de ehliyetsiz ve alkollü araç kullandığı için bir kadının ölümüne neden olmuş ve yine ev hapsiyle serbest bırakılmıştı. Duygu Delen davasında Mehmet Kaplan’ın kurtarılmak istendiği ve kendisini ev hapsine çıkaran raporu hazırlayanlarla ilgili ciddi bir araştırma yapılması gerektiği çok açık.

Gezi direnişi döneminde hayatını kaybeden Berkin Elvan davasında 8 sene sonra karar açıklandı ve mahkeme sanık polis Fatih Dalgalı’yı kasten öldürme suçunu işlediğinin sabit olduğu gerekçesiyle 16 yıl 8 ay hapse çarptırdı. Çocuğa karşı öldürme suçundan ceza verilmesi talebi, sanığın Berkin Elvan’ın yaşının küçük olduğunu bilerek suçu işlediğine dair delil olmadığı gerekçesiyle reddedildi. Sanığın tutuklaması talebi de reddedildi ve Fatih Dalgalı’ya yurtdışına çıkış yasağı konuldu, adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verildi.

Bu hafta görülen önemli davalardan biri de 10 Ekim Ankara Garı katliamı davasıydı. Davanın 11’inci duruşmasında sanıkların Suriye’de birlikte yaşadıkları eşleri tanık olarak dinlendi. Tanıklardan Merve Dündar, Suriye’de bulunduğu sürece İHH üzerinden gelen yardımları dağıttıklarını ve maaş aldıklarını söyledi. IŞİD’e nasıl katıldıklarını ve orda nasıl yaşamlarını sürdürdüklerini anlatan tanklar Türkiye, IŞİD ilişkisine dair çarpıcı veriler sundu.

108 kişi hakkında açılan Kobane Davası yargılamaları bu ay da devam etti. İddianamede olayları organize edip yaymakla suçlanan 108 sanığın arasında, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Ayla Akat Ata, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Ayhan Bilgen, Sırrı Süreyya Önder, Emine Ayna, Ertuğrul Kürkçü, Mehmet Hatip Dicle de yer alıyor. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu dava ile Kürt siyasi hareketi etkisizleştirilmek ve HDP’nin kapatılmasına zemin hazırlanmak isteniyor. Davanın üçüncü duruşmasında  eski Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen, Berfin Özgü Köse, Can Memiş ve Cihan Erdal’ın yurt dışına çıkış yasağı ve adli kontrol şartı ile tahliyesine karar verildi. Erdoğan-Biden görüşmesinin duruşma tarihine denk gelmesi nedeniyle tahliyeleri bu görüşmeye yönelik bir hamle olarak değerlendirmek mümkün. Üzerinden yedi yıl geçtikten sonra açılan 7-8 Ekim Kobane olayları davası, neredeyse her gün HDP çalışanlarına yapılan baskın ve gözaltılar, 451 kişi hakkında yasak istemiyle açılan HDP’ye kapatma davası ve son olarak Deniz Poyraz’ın öldürüldüğü İzmir HDP saldırısı iktidarın elindeki tüm araçlarla Kürt siyasi hareketine yüklendiğini gösteriyor.

Ekonomi

TUİK’in yayımladığı “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması”na göre, 1’e yaklaştığında gelir adaletsizliğinin çok artığını, 0’a yaklaştığında ise gelir dağılımının düzeldiğini gösteren Gini katsayısı, 2020’de bir önceki yıla 0,015 puan artış gösterdi ve 0,410 olarak tahmin edildi. Daha somut verilerle açacak olursak, toplumun gelirden en fazla pay alan yüzde 20’sinin elde ettiği gelirin, en az pay alan yüzde 20’sinin elde ettiği gelire oranı 2020’de 7,4’ten 8,0’a çıktı. Bu, varlıklı yüzde 20’lik kesimin gelir pastasının yüzde 47,5’ini alırken en alttaki yüzde 20’lik grubun sadece yaklaşık yüzde 6’lık pay alması demek.

Bunun yanı sıra, yoksulluk oranı 2020’de 0,6 puan artış gösterdi. Yoksul nüfusun, toplam nüfusa oranı yüzde 21,9 oldu. “Sayı olarak da bu tanıma uyan yoksullar 2019’da 17,2 milyon iken 700 bin artarak 17,9 milyona çıktı.” Gelir adaletsizliği ve yoksullaşmadaki bu gelişmenin nedeni, pandemi döneminde iktidarın alt ve alt-orta sınıfları desteklemeyi tercih etmek yerine, işletmelere kredi açarak ekonomiyi canlı tutma tercihi oldu. Desteğe gereksinme duyan toplum kesimlerine Merkezi Yönetim Bütçesi, İşsizlik Sigortası Fonu ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan toplam 136,7 milyar TL ayrılırken, kullandırılan ve ertelenen kredilerden ayrılan destek tutarı  524,3 milyar TL olarak gerçekleşti.

Uyuşturucu ve kara para trafiği

Türkiye’nin uyuşturucu ve kara para otobanı haline gelip gelmediği tartışılırken Mersin Limanı’nda 1 ton 150 kilogram kokainin ele geçirildi. Ticaret Bakanı Mehmet Muş, bunun bugüne kadar yapılmış en büyük çaplı kokain operasyonu olduğunu duyurdu. Mersin Valiliği’ne göre kokain Ekvador’dan geldi. Ekvador’un adı daha önce de Türkiye’ye gönderilen kokainle gündeme gelmişti.

Sedat Peker’in ifşaatları, Venezüela üzerinden İzmir’e gönderilirken Kolombiya güvenlik güçlerince ele geçirilen yaklaşık 5 ton kokain ve Türkiye’de yüklü miktarda kara para aklayan Rus, Azeri ve Özbek oligarklarla ilgili haber ve yorumlar dikkate alındığında, Türkiye ekonomisinin döviz finansmanında uyuşturucu ticareti ve oligarkların rolü, takip edilmesi gereken önemli bir gündem olarak öne çıkıyor.

Merkez Bankası politika faiz oranını değiştirmedi

17 Haziran’da toplanan Merkez Bankası (MB) Para Politikası Kurulu (PPK), yüzde 19 olan politika faizinde bir değişikliğe gitmedi. Genel olarak faiz oranında bir değişiklik beklenmiyordu.

Ziraat Bankası’nın ödenmeyen kredi borçları

Türkiye Varlık Fonu’na devredilen Ziraat Bankası’na ilişkin Sayıştay’ın 2019 yılı denetim raporuna göre, kamuoyuna yansıyan, Demirören grubunca alınıp geri ödenmeyen 750 milyon dolarlık kredinin bir istisna olmadığı; birçok şirket ve gruba geri ödeme riskinin yüksek olmasına karşın kredi kullandırıldığı, geri ödemeler aksadığında ise gerekli tedbirlerin alınmadığı ortaya çıktı.

Rapordaki verilere göre, 2019’da izlemeye alınan kredi tutarı 29,5 milyar TL’ye yükseldi. Yakın takipteki daha riskli kredi miktarı ise yaklaşık 13 milyar TL’ye ulaştı. Toplam krediler içinde şirket ve holdinglere kullandırılan kredilerin oranının yüzde 58’i bulması, Ziraat Bankası’nın belirli şirket ve grupların yüzdürülmesinde kullanıldığı kuşkusu güçlendiriyor. Nitekim adı geçen raporda, “kurumsal kredilerin geri ödemesinde yaşanan gecikmelerin bankanın mali yapısını ve kârlılığını olumsuz anlamda etkileyebileceği” uyarısında bulunuldu.

TOBB ve TÜSİAD: “Paris İklim Anlaşması imzalanmazsa ticarette ciddi engellerle karşılaşacağız”

TOBB ve TÜSİAD, TBMM Küresel İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu’na sunum yaptılar. Her iki kuruluşun yetkilileri, Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı imzalamayıp iklim konusunda gerekli çalışmaları yapmaması halinde, ihracatta ciddi sorunlar yaşayacağını belirtti. TOBB Sektörler ve Girişimcilik Daire Başkanı Ahmet Saygın Baban, “Biz Paris İklim Anlaşması’nı onaylamazsak serbest ticaret anlaşmalarını bile imzalayamayacak konuma geliyoruz” açıklamasında bulundu. Aynı yetkili, yeşil dönüşüm sürecine ayak uydurulmaması halinde, ihracatının yüzde 70’ini G-7 ülkelerine yapan Türkiyeli firmaların karbon vergisi, finansman maliyetlerinde artış ve sonuç olarak rekabet gücünde kayıplarla karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu.

Turizm konusunda AB ülkeleri ve Rusya’nın tutumu

Bilindiği gibi, Merkez Bankası net döviz rezervleri eksiye düşen Türkiye bu yıl turizmden yüksek döviz elde etmeye şiddetle ihtiyaç duyuyor. Bu beklentiye karşın, Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Türkiye’yi “güvenli seyahat listesine” yine almadı. Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Şaban Dişli ise Almanya’nın Türkiye’ye dönük kısıtlamaları gevşetmesini, diğer AB ülkelerinin izleyeceğini umduğunu dile getirdi.

Diğer yandan, Rusya Türkiye’ye politik bir jest yaparak Covid-19 salgını nedeniyle Mayıs ayı sonunda uzattığı Türkiye’ye uçuş yasağını kaldırma kararı aldı. Tüm uçuşlar 22 Haziran itibarıyla tekrar başlatılacak.

“Batan şirketlerden işçi alacaklarını tahsil etmek imkansız hale gelecek”

Birleşik Metal-İş Sendikası, Meclis’te görüşülecek İcra İflas Kanunu’ndaki değişiklikle ilgili bir açıklama yaptı. Kanunun mevcut haliyle, bir şirket iflas ettiği zaman, ihbar ve kıdem tazminatları dahil olmak üzere işçi alacakları tahsil edilecek alacaklar arasında “birinci sırada” bulunuyor. Yapılması düşünülen değişiklikle, bir şirketin konkordato sürecinin iflas ile sonuçlanması halinde, işverenin bankalara olan kredi borçları işçi alacaklarından daha imtiyazlı hale gelecek.

 

Dış Politika – Dünyadan

Yunanistan’da esnek çalışma ve “dijital köleliğe” karşı genel grev

Yunanistan’daki Muhafazakar Yeni Demokrasi Hükümeti yeni bir yasa tasarısı hazırlayarak eski iş kanunlarının, çalışma saatlerini serbestleştirecek şekilde yenilenmesini hedefliyor. Tasarıya göre, ülkede emekçiler saat kısıtlaması olmaksızın çalışabilecek. Çalışma saatlerinin bu şekilde esnetilmesi, işçilerin bazı günler 10 saatin üzerinde, diğer günler ise daha kısa çalışması şeklinde yeni bir çalışma düzeni anlamına geliyor. Tasarıya karşı çıkan parti ve sendikalar, işçilerin 8 saatlik çalışma hakkı gibi temel haklarının 19. yüzyıl koşullarına geri götürülmek istendiğini söylüyor.

Diğer yandan, tasarıya göre çalışanlara “dijital çalışma kartı” getirilecek ve işverenler çalışanların mesaisini sürekli takip edebilecekler. Çalışma koşullarının geri götürülmesini protesto etmek için Yunanistan’da 71 kentte genel greve gidildi.

Nato Zirvesi, Biden-Erdoğan görüşmesi

Türkiye tarafından heyecanla beklenen Erdoğan-Biden görüşmesi nihayet 14 Haziran 2021’de gerçekleşti.  Masada S400, YPG, F35, Ermeni Soykırımı, Halkbank, CAATSA yaptırımları ve Doğu Akdeniz gibi önemli konular vardı. “Toplamda yaklaşık bir saat görüşen iki lider, yarım saati aşkın bir süre baş başa görüştü; daha sonra heyetlerle devam etti.” Resmi görüşmelerden önce iki liderin sadece tercümanların katılımıyla kayıt alınmadan baş başa görüşmesi soru işaretleri oluşturacak nitelikteydi. Diğer bir dikkat çekici konu da sorunların çözümünün, Trump döneminden farklı olarak, başkanlar düzeyinde birebir iletişimden ziyade, heyetler arası görüşmelere bırakılması oldu.

Resmi açıklamalardan anlaşılan YPG konusunda farklı yaklaşımın sürdüğü, S400 ve F35 konularında herhangi bir uzlaşmaya varılamadığı… Diğer konuların görüşülüp görüşülmediği ise bilinmiyor. Genel izlenim, Erdoğan’ın yaklaşımında gözle görülür bir yumuşama olduğu, sorunlu konulardan ziyade işbirliği alanlarına vurgu yaptığı yönünde. Türkiye’den ayrılmadan yapılan son basın toplantısında önemle üzerinde durulan Ermeni Soykırımı meselesinin “Hamdolsun” gündeme getirilmemesi, buna karşılık NATO ve işbirliği olanaklarının arttırılmasına yapılan vurguyla, görüşmelerin belki de en somut kararı olarak, Türkiye’nin Kabil Uluslararası Havaalanı’nın güvenliğini üstlenmesi bu izlenimi destekleyen olgular olarak duruyor. Benzer bir yaklaşımın ABD tarafında da olduğu söylenebilir. Zira CAATSA yaptırımlarının güncellenmesi ve Halkbank davası konularından resmi açıklamalarda bahsedilmedi. Ayrıca, 2020’de ABD’nin Almanya ve Birleşik Krallık’tan sonra en çok ihracat yapılan ülke olması da göz önünde bulundurulması gereken bir veri.

Nato zirvesi dolayısıyla Brüksel’e gelen Biden yaptığı ikili görüşmelerde verdiği mesajlarla ABD’nin geri döndüğünü açıkça belli etti.  ABD’nin müttefiklerinin savunmasını önemsediğini Nato’nun kuruluş anlaşmasının 5. maddesine yaptığı vurgu ile gösterdi. ABD’nin ısrarıyla, her ne kadar ABD’nin istediği gibi tehdit olarak tanımlanmasa da, Çin de bir risk olarak Nato bildirilerine girmiş oldu.  Böylece Nato Pasifiğe doğru bir adım atmış oldu.

Nato zirvesi çerçevesinde değerlendirilebilecek bir diğer görüşme de Biden ile Putin arasında gerçekleşti. Her iki taraf açısından da ılımlı mesajların verildiği görüşmenin öne çıkan başlığı, kısa bir süre önce uzatılan Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması (Yeni START) oldu. Görüşme sonrası yayınlanan ortak bildiride “Yeni START’ın uzatılması, nükleer silahların kontrolüne olan bağlılığımızın bir kanıtıdır. Bugün, nükleer savaşta kazananın olmayacağına ve böyle bir savaşın asla başlatılmamasına yönelik bağlılığımızı tekrar teyit ediyoruz.” denildi. Ancak Nisan ayından yaşanan Ukrayna krizi üzerine gerek Nato bildirisinden gerekse de Biden-Putin görüşmesinden anlaşılan konunun zamana yayılacağı yönünde.

İsrail’de hükümet değişimi

Önceki dönem değerlendirme yazımızda bahsettiğimiz ve izlenmesinin altını çizdiğimiz İsrail’deki koalisyon görüşmeleri sonuçlandı ve 8 partili koalisyon meclisten güvenoyu alarak 12 yıllık Netanyahu iktidarın son verdi. Hatırlanacağı üzere koalisyonu oluşturan en önemli motivasyon Netanyahu karşıtlığı idi. Böylece, Netanyahu’nun hakkında açılmış olan davalardan yargılanabilmesinin de önü açılmış oldu.

İran’da seçim

Viyana’da İran’ın nükleer programı konusundaki müzakerelerin sürdüğü bir ortamda İran’da Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Seçime katılım beklendiği gibi çok düşüktü. 59 milyon kayıtlı seçmenin bulunduğu İran’da 28,6 milyon seçmen oy kullandı. Yüzlerce adayın başvurduğu seçime  Muhafızlar Konseyi’nin onayladığı 7 aday katılabildi. Bu 7 adaydan 3’ü seçimden önce yarıştan çekildiklerini bildirmişlerdi.  “Eski İran Meclis Başkanı ve Batı ile imzalanan nükleer anlaşmanın mimarlarından Ali Laricani’nin adaylığının kabul edilmemiş olması ve muhafazakâr adayların da kendi lehine çekilmesi nedeniyle Reisi” aldığı 17 milyon oy ile seçimin kazananı oldu. Seçimden bir hafta önce ABD, yaptırım uyguladığı 3 İranlı eski yönetici ve iki firmaya yönelik yaptırım kararlarını kaldırmıştı.

PKK ile Peşmergeler arasında çatışma

Bir önceki dönem gündem değerlendirme yazımızda bahsedilen PKK-Peşmerge çatışma haberlerinden sonra Murat Karayılan’ın yaptığı açıklamalar gündem oldu. “Erdoğan’ın kendilerine birkaç ay önce ‘aracılar vasıtasıyla mesaj gönderdiğini’ ileri süren Karayılan, “Türkiye içinde ateşkes ilan edilmesi karşılığında, PKK’nin Türkiye sınırları dışındaki varlığına karışmama taahhüdünde bulunduğunu” ifade etti”. Karayılan, bunun ‘Peşmerge ile PKK’yi savaştırmanın planı olduğunu’ savundu ve KDP yetkililerini bir ‘Kürt-Kürt çatışmasından kaçınmaya’ çağırdı. Zaten KDP’nin adımlarına karşı mesafeli olan Kürt kamuoyunda KDP’nin operasyonlara katılmaması ve güçlerini çekmesi yönünde pekçok gösteri ve basın açıklaması yapıldı. Neçirvan Barzani’nin petrol satışı dolayısıyla, Türkiye ile arasının iyi olduğu biliniyor. KDP’nin operasyonlara katılmasında ABD’nin de onayı olduğu varsayılabilir. Ancak konu Rojava olduğunda, yukarıda Biden-Erdoğan görüşmesinden de anlaşılacağı üzere, ABD’nin YPG’den henüz vazgeçmediği söylenebilir.